Ayetel Kürsi, Nazardan Korunma, En İyi Dua, 100 KEZ

Ayetel Kursi | Ayat al-Kursi | Muhteşem Dua

Ayat al-Kursi (Ayetel Kürsi), 100 KEZ, Nazardan Korunma, Kelime Kelime Kuran, En İyi Dua
Ayat Al Kursi’den bir çok fayda ….
Bunu günde 100 defa okuyun veya dinleyin….

video
play-rounded-fill

Nazardan, şeytanlardan ve kötü olaylardan korunma, sağlığa faydaları, dileklerin yerine getirilmesi ve daha niceleri….
Kuran-ı Kerim bütün hastalıklara şifadır. Arş ayeti olarak da bilinen âyet-i kürsi (Bakara: 255), Peygamberimiz (sav)’in hadislerinde rivayet edildiği şekliyle Kuran’daki en büyük âyettir. Bu ses, her türlü hastalıktan Yüce Allah’ın izniyle bir rokya (tedavi) vesilesi olarak dinlenmelidir.

Peygamber (sav) bu ayet hakkında şöyle buyurmuştur:
Her şeyin bir zirvesi vardır ve Kuran’ın zirvesi Bakara Suresidir. İçinde Kuran’ın en büyük âyeti vardır: Ayetü’l-Kürsi [at-Tirmizi]
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Onu (Ayetü’l-Kürsi) okuyarak, Allah’tan üzerinize geceleyin sizi koruyacak bir veli görevlendirecek ve şeytan sabaha kadar size yaklaşamayacak.” [Buhari]

Ayet ayet takip ile muhteşem görüntüler eşliğinde Kur’an-ı Kerim’in en uzun süresi. Bakara Suresi, bu surede geçen sığır  hikayesinden ve sığırın putlaştırılmasından daha dolayı bu ismi almıştır.

50’den fazla dilde altyazılı Dünya’nın En İyi Kuranı Kerim videolarından biri olan kelime kelime takip imkanı olan Ayetel Kürsi’nin yukarıdaki videosunu izleyin.

AYETEL KÜRSİ’NİN BU VİDEOSU HAKKINDA

Ayetel Kürsi’nin bu videosu, kelime kelime takip özelliğiyle ile dünyanın en iyi Kuran videolarından biridir. Altyazı olarak 50’den fazla Dilde Kuran Çevirileri (İngilizce Kuran, Hintçe Kuran, Urdu Kuran, …) vardır. Çözünürlük FULL HD’dir. DÜNYADA İLK KEZ Kuran videoları, videolarda 50’den fazla DİL’de altyazılı olarak yayınlanmaktadır. Kelime kelime takip özelliği ile çok güzel ve okunabilir Arapça yazı tipi içerir.

Okuyan: Davut Kaya

VİDEOYU ÇALIŞTIRMAK İÇİN YUKARIDAKİ OYNAT DÜĞMESİNE veya VİDEOYA DOKUNUN.

!! ÇEVİRİYİ DİLİNİZDE GÖRMEK İÇİN LÜTFEN CC DÜĞMESİNİ AÇINIZ. YANİ, KAPALI İSE ALTYAZILARI AÇIN.

NEDEN KURAN VİDEOLARIMIZ, DÜNYANIN EN İYİLERİNDENDİR? (BUNLARDAN BAZILARI ALANINDA BİZCE EN İYİSİDİR)

  • Tüm Kuran videolarımız 50’den fazla dil sahibidir. Araştırmamıza göre, dünyadaki kuran videolarının çoğunda altyazı bulunmamaktadır. Dünyadaki hiçbir Kuran videosunda bu özellik yoktur. Biz şimdiye kadar, bu alanda çalışmamıza ve araştırmamıza rağmen tespit etmedik.
  • Kur’an videolarımız doğaya ve ayetlere ilişkin muhteşem görüntülere sahiptir. Yine, dünyadaki çok az sayıda Kuran videosunda ayetlere ilişkin görüntüleri vardır. Ayet ile ilgili Kuran videolarımız bu türün en iyilerden biridir.
  • Kur’an videolarımız okunan ayetteki kelimeleri gösterme özelliğine sahiptir (bazı daha önce yüklediğimiz videolarımız bu özelliğe sahip değildir). Dünyadaki çok az Kuran videosunun bu özelliği vardır.
  • Videolarımızı geliştirirken en son teknolojiyi kullanmaktayız. İlgili konular da yeni teknolojiler geliştirmekteyiz.

Bu Web Sitesinin Videoları Hakkında Diğer Dillerde Kısa Açıklamalar

AYETEL KÜRSİ’NİN FAZİLETLERİ

Ayetel Kürsi’nin faziletleriyle ilgili meşhur 6 hadis kitabında (Kütüb-i sitte) aşağıdaki hadisler bulunmaktadır;

  • Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdular: “Her şeyin bir şerefesi var. Kur’an-ı Kerim’in şerefesi de Bakara süresidir. Bu surede bir ayet vardır ki, Kur’an ayetlerinin efendisidir: Ayetü’l-Kürsi (Ebu Hüreyre – Tirmizi)
  • Resulullah (sav) bana: “Ey Ebu’l-Münzir, Allah’ın Kitabından ezberinde bulunan hangi ayetin daha büyük olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Ben: “O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur, O, Hayy’dır, Kayyum’dur (yani diridir her şeye kıyam sağlayandır) (Bakara, 225) -ki buna Ayet’ü’l-Kürsi denir- dedim. Göğsüme vurdu ve: “İlim sana mübarek olsun ey Ebu’l-Münzir! dedi.” (Übey İbnu Ka’b – Müslim, Ebu Davud)
  • “Kur’an’ı öğrenin ve onu okuyun. Kur’an-ı Kerim’in onu öğrenip okuyan ve onunla amel eden kimse için durumunu, içi ağzına kadar misk dolu bir kutuya benzetebiliriz. Bu her tarata koku neşreder. Kur’an’ı öğrendiği halde, ezberinde olmasına rağmen okumayıp yatan kimse de ağzı sıkıca bağlanmış, hiç koku neşretmeyen misk kabı gibidir.” (Ebu Hüreyre – Tirmizi)
  • Resulullah (sav) beni Ramazan zekatını muhafazaya tayin etmişti. Derken kara bir adam gelerek zahireden avuç avuç almaya başladı. Ben derhal kendisini yakaladım ve: “Seni Resulullah (sav)’a çıkaracağım” dedim. Bana: “Ben fakir ve muhtaç bir kimseyim, üstelik üzerimde bakmak zorunda olduğum çoluk-çocuk var, ihtiyaçlarım cidden çoktur, şiddetlidir” dedi. Ben de onu salıverdim. Sabah olunca, Hz. Peygamber (sav): “Ey Ebu Hüreyre! Dün akşamki esirini ne yaptın?” diye sordu. Ben: “Ey Allah’ın Resulü, bana şiddetli ihtiyacından ve çoluk-çocuktan dert yandı. Bunun üzerine ona acıyarak salıverdim” dedim. Resulullah (sav): “Ama o sana muhakkak yalan söyledi. Haberin olsun, o tekrar gelecek!” buyurdu. Bu sözünden anladım ki, herif tekrar gelecek. Binaenaleyh onu beklemeye başladım. Derken yine geldi ve zahireden avuçlamaya başladı. Ben de derhal yakaladım ve: “Seni mutlaka Resulullah (sav)’a çıkaracağım” dedim. Yine yalvararak: “Beni bırak, gerçekten çok muhtacım, üzerimde çoluk-çocuk var, bir daha yapmam” dedi. Ben yine acıdım ve salıverdim. Ertesi gün Resulullah (sav): “Ey Ebu Hüreyre, dün geceki esirini ne yaptın?” diye sordu. Ben: “Ey Allah’ın Resulü, bana ihtiyacından çoluk-çocuğundan dert yandı. Ben de acıdım ve salıverdim” dedim. “Ama” dedi, Resulullah: “O yalan söyledi fakat yine gelecek.” Üçüncü sefer yine gözetledim. Yine geldi ve zahireden avuç avuç almaya başladı. Onu yine yakalayıp: “Seni mutlaka Hz. Peygamber (sav)’e götüreceğim. Bu üçüncü gelişin, üstelik sıkılmadan başka gelmeyeceğim deyip yine de geliyorsun” dedim. Yine bana rica ederek şöyle söyledi: “Bırak beni, sana birkaç kelime öğreteyim de Allah onlarla sana fayda ulaştırsın”. Ben: “Nedir bu kelimeler söyle!” dedim. Bana dedi ki: “Yatağa girdin mi Ayetü’l-Kürsi’yi sonuna kadar oku. Bunu yaparsan Allah senin üzerine muhafız bir melek diker, sabah oluncaya kadar sana şeytan yaklaşamaz”. Ben yine acıdım ve serbest bıraktım. Sabah oldu, Resulullah (sav): “Dün akşamki esirini ne yaptın?” diye sordu. Ben: “Ey Allah’ın Resulü, bana birkaç kelime öğreteceğini, bunlarla Allah’ın bana faide ihsan buyuracağını söyledi, ben de kendisini yine serbest bıraktım” dedim. Resul-i Ekrem (sav): “Neymiş onlar?” dedi. Ben: “Efendim, döşeğine uzandığın vakit Ayetü’l-Kürsi’yi başından sonuna kadar oku. (Bunu okursan) Allah’ın koyacağı bir muhafız üzerinden eksik olmaz ve ta sabaha kadar şeytan sana yaklaşmaz!” dedi, cevabını verdim. Resulullah (sav) bunun üzerine: “(Bak hele!) o koyu bir yalancı olduğu halde, bu sefer doğru söylemiş. Ey Ebu Hüreyre! Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun?” dedi. Ben: “Hayır!” cevabını verdim. “O bir şeytandı” buyurdular.  (Ebu Hüreyre – Buhari)

Ayetel Kürsi Bakara Süresinin 255. ayetidir. Bakara Süresi hakkında detaylara bakınız.

“Kur’an-ı Hakîm’in herbir harfinin bir sevabı var, bir hasenedir. Fazl-ı İlahîden o harflerin sevabı sünbüllenir, bazan on tane verir, bazan yetmiş, bazan yediyüz (Âyet-ül Kürsî harfleri gibi), bazan binbeşyüz (Sure-i İhlas’ın harfleri gibi),
…..
Kur’an-ı Hakîm’in herbir harfinin bir sevabı var, bir hasenedir. Fazl-ı İlahîden o harflerin sevabı sünbüllenir, bazan on tane verir, bazan yetmiş, bazan yediyüz (Âyet-ül Kürsî harfleri gibi), bazan binbeşyüz (Sure-i İhlas’ın harfleri gibi),

Hem şu âyet ism-i a’zamın mazharı olduğundan, hakaik-i İlahiyeye ait manaları a’zamî derecededir
Sözler ( 421 )

” [*]

Sözler, Bediuzzaman Said Nursi

AYETEL KÜRSİ’NİN FAYDALARI

Kurandaki Ayetel Kursi, müslümanlar için önemli olduğu için müslümanlar arasında yaygın bir şekilde okunur. Ayetel Kursi’nin birçok faydası vardır, bazıları şunlardır:

  1. Koruma: Ayetel Kursi, okuyan kişiyi kötü ruhlardan, şeytanlardan, cinlerden ve diğer zararlı varlıklardan korur. Bu nedenle, evlerde, işyerlerinde ve diğer yerlerde okunması önerilir.

  2. Ruhani güç: Ayetel Kursi, okuyan kişinin ruhani gücünü artırır ve sıkıntı, korku ve endişeye karşı korur.

  3. Rahatlama: Ayetel Kursi, okuyan kişinin sıkıntı ve stresten kurtulmasına yardımcı olur. Bu nedenle, birçok Müslüman, zor zamanlarda veya kaygılandıklarında okumayı tercih eder.

  4. Dua kabulü: Ayetel Kursi, okuyan kişinin dualarının kabul edilmesine yardımcı olur. Bu nedenle, dua etmek isteyen kişiler, önce Ayetel Kursi okuyarak Allah’a yakarma şansı bulabilirler.

AYETEL KÜRSİ’NİN MUCİZESİ

Ayetel Kursinin mucizesi şu şekildedir.

“Önce Ayetel Kürsi’nin mealini cümle cümle yazalım:

1: Allah ki ondan başka ilah yoktur. Hayy’dır, Kayyum’dur. (Diridir, ayakta tutandır.)
2: Kendisine ne bir uyku gelir, ne de bir uyuklama.
3: Göklerde ve yerdekilerin hepsi onundur.
4: Onun izni olmadan katında kim şefaat edebilir?
5: O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir.
6: Onun bildirdiklerinin dışında, onun ilminden hiçbir şeyi bilemezler.
7: Onun kürsüsü (hükmü) gökleri ve yeri kapsar.
8: Onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez.
9:O Aliyy ve Azim’dir. (Yüce ve büyüktür.)

Bu dokuz cümlenin arasında çok şaşırtıcı bir uyum var. İlk cümle ile son cümle, 2. ile sondan 2., 3. ile sondan 3. cümleler vd. çok açık biçimde birbirine bakıyor, birbirini tamamlıyorlar.

Şöyle ki:

1. cümle Allah’ın iki ismi ”Hayy ve Kayyum” ile biterken, 9. cümlede yine Allah’ın iki ismi zikrediliyor: ”Aliyy ve Azim.”

İlk ve son cümleler arasında açık bir benzerlik var yani.

Geçelim ikinci çifte:

2. cümle ”Kendisini uyuklama ve uyku tutmaz.”anlamına geliyor. 8. yani sondan 2. cümlede ise ”Onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez.” şeklinde, aynı manayı destekleyen bir ifade bulunuyor.

Şöyle ki, bir şeyi koruyup gözeten kişinin, bunu hakkıyla yapabilmesi için, uyku ve uyuklamadan uzak olması gerekir, malum.

İlginç bir uyum daha çıktı.

Sonrasına bakalım:

3. cümle ile sondan 3. yani 7. cümle de birbirine benzer ve tamamlayıcı anlamlar içeriyor.

Öncelikle, her iki cümlede ”gökler ve yer” ifadeleri ortak.

Bunun yanında 3. cümlede ‘mâlik’ kavramı geçiyor. Yani ”Herşey Onundur.”

7. cümlede ise benzer ama biraz farklı olan ‘melik’ kavramı var: ”Herşeyi o idare eder.”

Zira bir şahıs bir bölgenin sahibi olabilir ama yöneticisi olmayabilir. Ya da tersine, yöneticisi olur da sahibi değildir. İkisi birden olursa, o zaman hâkimiyeti tartışılmaz, kusursuzdur. İşte Allah göklerin ve yerin hem sahibi hem de yöneticisidir.

Görüldüğü gibi, bu iki cümle anlam olarak birbirini tamamlıyor ve uyum silsilesi devam ediyor.

Biz de devam ediyoruz:

4. cümle, onun katında kimsenin şefaat edemeyeceğini vurguluyor. Buna karşın ‘illa’ (ancak) kaydı ile bir istisna sunuluyor: ”Onun izin verdikleri dışında.”

Ve aynı anlatım sondan 4. yani 6. cümlede de var: ”Onun ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar.” hükmü yine bir ‘illa’ (ancak) kaydı ile sınırlanıyor: ”Onun dilediği kadarı dışında.”

Yine cümleler birbirine bakıyor, birbirine benziyor ve birbirini tamamlıyor.

Özetle, 1. cümle 9. ile, 2. cümle 8. ile, 3. cümle 7. ile, 4. cümle 6. ile hayret verici derecede uyumlu çiftler oluşturuyor, birbirlerini tamamlıyorlar.

Peki 5. cümle ne olacak? Zira o tek başına kalıyor. Bakalım meali neymiş: ”O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir.”

Muhteşem bir final. ”Bu cümleden öncekileri ve sonrakileri, yani aralarındaki bağlantıyı da bilir.” anlamını da içeren bir cümle. Öncesindeki ve sonrasındaki cümleler arasındaki ilişkiyi ve uyumu bilen birinin sözü, belli ki.

İşte burada hayretimizden ”sübhanallah” diyoruz. Ve Kur’an’ın tek bir ayetinde bile nice mucizeler olduğunu anlıyoruz. Allah anlayışımızı artırsın.

Not: Bu yazıda Nouman Ali Khan’ın tespitlerinden istifade edilmiştir.” [*]

*: https://www.zaferdergisi.com/makale/11870-ayetel-kursideki-mucize.html adresinden temin edilmiştir.

Nouman Ali Khan’ın tespitlerinin bulunduğu video’yu aşağıdan izleyebilirsiniz.

video
play-rounded-fill

Ayetel Kürsi’nin Arapçası ve Türkçe Meali

اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ اَلْحَیُّ الْقَيُّومُ لَا تَاْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ لَهُ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ مَنْ ذَا الَّذٖى يَشْفَعُ عِنْدَهُ اِلَّا بِاِذْنِهٖ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْدٖيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحٖيطُونَ بِشَیْءٍ مِنْ عِلْمِهٖ اِلَّا بِمَا شَاءَ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَا يَؤُدُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِىُّ الْعَظٖيمُ

Ayetel Kürsi’nin Türkçe Meali (Elmalılı Hamdi Yazır) şöyledir;

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle (‎).

255: Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyum)dir. O’nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O’nun dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O’na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür.

NOTE: All of QURAN VIDEOS have 50+ languages’ translations (subtitles). You can see translations of this Surah  from the subtitles of the video above.

Ayetel Kürsi’nin Diğer Dillerdeki Çevirileri

Ayetel Kürsi’nin İngilizce çevirisi ve diğer dillerin çevirileri yukarıdaki ve aşağıdaki videolarda yer almaktadır. YouTube video oynatıcısında (sağ altta) altyazıları açmaya tıklamanız gerekebilir. Videodaki altyazı simgesine tıklayarak farklı altyazı dilleri seçebilirsiniz;

  • Video ekranının altındaki ayarlar simgesine tıklayın.
  • [CC] Altyazılar’ı tıklayın.
  • Listeden istediğiniz dili seçin.

Yukarıdaki ve aşağıdaki videoda Ayetel Kürsi’nin aşağıdaki dillerdeki çevirilerini (YouTube video oynatıcısında altyazı düğmesini açmanız gerekebilir) görebilirsiniz;

Arnavutça, Amharca, Arapça, Azerice, Bengalce, Boşnakça, Bulgarca, Katalanca, Çince, Hırvatça, Çekçe, Felemenkçe, İngilizce, Fince, Fransızca, Almanca, Hausa dili, Hintçe, İzlandaca, Endonezyaca, İtalyanca, Japonca, Kazakça, Korece, Kürtçe, Letonca, Malayca, Malayalamca, Marathi, Norveççe, Peştuca, Farsça, Lehçe, Portekizce, Romence, Rusça, Sindhi, Slovakça, Somalice, İspanyolca, Swahili, İsveççe, Tacik, Tamilce, Tatarca, Telugu dili, Tay dili, Türkçe, Urduca, Uygurca, Özbekçe

Hemen hemen tüm VİDEOLARIMIZ 50’den fazla dilde altyazıya sahiptir. YouTube video oynatıcısında altyazı düğmesini açmanız gerekebilir (çok çok kolaydır).

Kuranı Kerimi Arapça Oku

    1. Videolarda Arapça Kuran Okuyabilirsiniz (Ayet Ayet ve /veya Kelime Kelime takip etme özelliğiyle)
    2. Tüm Kuran’ı Arapça okuyun 
    3. 29 Kuran çeviri ve Sesli Kuran (32 Ünlü Okuyucudan Kuran Sesini Dinleyin)

      Kuran-ı Kerim ve Kuran Tercümelerini okuyabilir, 32 Ünlü Kuran Okuyucusundan Kuran Seslerini dinleyebilir ve indirebilirsiniz.

Ayetel Kürsinin Tefsiri (Ayrıntılı Açıklaması) 

Elmalılı Hamdi Yazır Efendi’nin tefsirinde Ayetel Kürsi:

Ayetel Kürsi’nin Meali

255- Allah odur ki kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O daima diridir (hayydır), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyum)dir. O’nu ne gaflet basar, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O’nun izni olmadan huzurunda şefaat edecek olan kimdir? O, kullarının önlerinde ve arkalarında (geçmişlerinde ve geleçeklerinde) ne varsa hepsini bilir. Onlar ise, O’nun dilediği kadarından başka ilminden hiç bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsisi, bütün gökleri ve yeri kuşatmıştır. Onların her ikisini de görüp gözetmek O’na bir ağırlık vermez. O çok yücedir, çok büyüktür.

Ayetel Kürsi’nin Tefsiri

اَللّٰهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ Allah o biricik hak mabuddur ki, gerçekte ondan başka hak mabud yoktur, çünkü الْحَيُّ الْقَيُّومُ yok olmaktan ve ölümlü olmaktan uzak, hayy ve kayyum (diri ve bütün kainatın idaresini bizzat yürüten) ancak O’dur. Ezelden ebediyete (sonsuza) kadar bütün hayat ve ebedilik O’nun zatı ile zatından dolayı kaim, vacibülvücuttur, (varlığı zatının gereğidir) ve her an tüm varlık alemini idare eden ve herşeyi ayakta tutan ancak O’dur. O olmasaydı ne hayattan eser olurdu, ne de varlık aleminden. ilahi hayat, ilim ve iradenin başlangıcı olan ezeli bir sıfattır.

Kayyum: قَيُّومٌ Kıyamdan “Fey’ul” vezninde (kalıbında) bir mübalağa kipidir ki, kendi kaim, diğerleri mukim (ayakta tutan) ve mukavvim (yöneten) demektir. Ve bunda eşyanın ayakta durmasının ilahi kıyamda fani olduğuna lafzında bir ima (işaret) vardır. İbn Sina bunun vacibü’l-vücud kavramına eşit olduğunu söylemiş ise de, buna vacibü’l-vücud kavramının, kendinden başka, ondan ayrılmaz bir kavramı olan, külli mucid (herşeyi yoktan var eden) külli müdebbir (herşeyi idare eden, yöneten) gibi diğer kemal kavramlarının hepsi de anlam itibariyle dahildir. Ayetin devamı bunun açıklamasıdır. Ve bu isimlerin “İsm-i Azam” olduğu da söylenmiştir. O öyle bir hayy ve kayyumdur ki, لاَ تَاْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ O’nu ne gaflet basar, ne uyku; daima alim, daima habir (her şeyden haberli)dir. لَهُ مَا فى السَّمٰوَاتِ وَمَا فى اْلاَرْضِ Göklerde ve yerde, yukarılarda, aşağıda ne varsa O’nun; görünür, görünmez, bütün varlık O’nun mülküdür. Tüm sebeb O, tüm gaye O, herşeyin maliki olan O; Allah’ın mülkü olan bu yaratıklardan مَنْ ذَا الَّذ۪ى يَشْفَعُ عِنْدَهُۤ اِلاَّ بِاِذْنِه۪ kimin haddi ki Allah’ın izni olmaksızın yüce huzurunda şefaat edebilsin, bu halde hangi budaladır ki Allah’ın emri olmadan bunların birinden şefaat dilenebilsin. Çünkü يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ Allah yukarıların aşağıların, önlerindekini ve arkalarındakini, geçmişlerini, geleceklerini bildiklerini ve bilmediklerini bilir, O’nun ilminden gizli hiçbir şey yoktur. وَلاَ يُح۪يطُونَ بِشَىْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ۤ Bunlar ise O’nun bildiklerinden hiçbirini bilemezler. اِلاَّ بِمَا شَآءَ Ancak dilediği kadarını kavrayabilirler. Bu bakımdan bizzat O’nun izni ve emri olmadıkça herkes başından korkmadan nasıl şefaate kalkabilir. Herhangi bir şeyde ister bir parça olsun tasarrufa kimin yetkisi olabilir. Ancak bu, O’nun iznini ve emrini almış sevgililerinden olabilir.

Bilindiği üzere şefaat hürmete layık birinin kendinden düşük bir diğeri hesabına rica ve yakarma ile yardım ederek O’na katılması demektir ki, bu bir bilinmezi bildirme veya bir isteği ortaya çıkarma ile bir beraberlik anlamını kapsar. Bunu da kendini ve kıymetini bilen ve şefaat olunan kimseye şefaat istenenden daha çok bir ilişkisi bulunan ve zarar getirmeyeceğinden emin olan kimseler yapabilir. Oysa Allah’ın mülkü olan şu yaratıklardan herhangi biri ile Allah’tan daha çok birlikte bulunmaya ve O’na bilgiçlik satmaya ve ilerisini gerisini tamamen idrak etmeden ve önünü ardını hesap etmeden ilahi huzurda kendine bir mertebe verip de şefaate kalkışmak, gerek şefaat eden ve gerek şefaat olunan için ne kadar tehlikelidir? Eğer Allah bildirmemiş ise şefaat edecek olanın hali, şefaat edilecek olandan daha çok endişeye değer olmadığı nereden bilinir? Bu hal içinde, isterse melekler ve peygamberler olsun, kimdir o ki Allah’ın izni ve güç vermesi olmadan önünü ardını hesaplamayıp Allah’ın kullarına Allah’tan daha çok sahip çıkma, koruma yetkisini kendinde görsün de şefaate cesaret edebilsin. Ancak Cenab-ı Hak dilerse, özel veya genel şefaate ilahi irade çıkar da kendilerine bildirilmiş bulunursa o başka… Demek ki yüce Allah’ın ululuğundan şefaat umulamaz değildir. Fakat şefaat da herkesten önce O’nun kendi elindedir ve O’nun izni ve emri ile gerçekleşebilir. O zaman şefaat kapısı açılır. Ve şefaat etmesine izin verilenler kendi dilediklerine değil, yine Allah’ın dilediklerine şefaat imkanını bulabilir. Bundan anlaşılır ki önce, hak tanımayan Allah düşmanlarının kendilerine şefaat etmesi umulan bir Allah dostu bulabilmelerine, aynı şekilde müşriklerin putları gibi ilim şanından olmayanların şefaatçı olabilmelerine, asla ihtimal yoktur. Sonra kendisine izin verilebilecek her şefaatçinin şefaat sınırı da Allah katındaki derecesi ve o oranda elde edebileceği izin ve gücün kapsamı ile uyumlu olabilecektir. Bu bakımdan eninde sonunda izin çıktığı zaman en genel biçimde şefaat sahibi, yukarda peygamberlerin makamları hakkındaki ilahi açıklamadan anlaşıldığı üzere, hepsinin üstünde “sahib-i derecat” (dereceler sahibi) olan Resulullah, peygamberlerin en üstünü olabilecektir. Bu konudaki naslara göre, Cenab-ı Hak O’na şefaat için izin isteme yetkisini de bahşetmiş ve en yüksek peygamberlik makamı, “Şefaat-ı uzma” en büyük şefaat makamı olmuştur ki, Makam-ı Mahmud’a şefaat hadisi gelecektir.

Allah öyle bir ilim ve saltanat sahibidir ki, وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ hükmünün tecelli yeri olan kürsüsü bütün gökleri ve yeri geniş geniş tutmuştur. Yerlerde ve göklerdeki bütün varlıklar ve cisimler içinden, dışından hep bu kürsü ile kuşatılmıştır. Herbirinin kıyamı (ayakta durması) onun içindedir. Bu arada hiçbir nokta bulunmaz ki, orada yüce Allah’ın kürsüsünün hükmü geçerli olmasın. Yeryüzünün içinden çıkamayan insanlar onun yerleri, gökleri kuşatmış kürsüsünü nasıl kavrarlar. وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ وَاْلاَرْضُ جَم۪يعاً قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَم۪ينِه۪ سُبْحَانَهُ وَتَعَاليٰ عَمَّا يُشْرِكُونَ “Onlar Allah’ı, gereği ve layıkı biçimde takdir etmediler. Halbuki kıyamet günü bütün yeryüzü O’nun tasarrufundadır. Gökler O’nun kudretiyle dürülmüş olacaktır. O müşriklerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir”. (Zümer, 39/67) Gökler ve yeryüzü denince hapsedilmiş birisi gibi bunlarla her taraftan kuşatılmış olan insanlar madde ve kuvvetin, duygunun, hayalin, kuruntunun, aklın, tasavvurun, hükmün ve bütün itibari belirlemelerin içinden son sınırına dayanır. Bunların ötesi deyince kayıtsız şartsız, kalbi bir merakla sonsuz bir ortama, sınırsız mutlak bir emel sahasına geçmek için çırpınırlar. İnsanlar kendilerince, yerkürenin küçük bir parçası üzerinde bile bir devlet ve hükümet ele geçirip idare ve muhafaza etmenin ne kadar zor bir iş olduğunu ve asırlardan beri gelen nice nice devletlerin, milletlerin bu yüzden memleketlerini koruyamayarak yıkılıp gittiklerini görüp bildiklerinden nihayet tasavvur edemedikleri bu göklerin ve yerin bir kabza-i tasarruf (tasarruf avucun)da vahdet kürsüsünden bir saltanat ile idare olunur bir memleket olduğunu düşündükleri zaman, “koruması ne kadar zor ve ağırdır” gibi bir zanna düşebilirler. Fakat o ilahi kürsü, bütün gökleri ve yeri tutmuş olmakla birlikte, وَلاَ يَؤُدُهُ حِفْظُهُمَا bu gökleri ve yeri o vahdet (birlik) kürsüsünden tasarruf avucunda tutup muhafaza etmek ve korumak Allah’a ağır da gelmez. O’nun için bu hiçbir şey değildir. وَهُوَ O şanı yüce Allah الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ pek yüksek, pek büyüktür. Biricik yüce, biricik ulu olan ancak O’dur. Bu bakımdan bundan başka gerçek bir ilah nasıl mümkün olur? Ve buna karşı başkalarına tapılıp da şefaatleri nasıl umulur? Ve böyle yapan kafirler ne kadar bedbahttır!

Bu ayete “Ayetü’l-Kürsi” denilir ve bundan dolayı bu sureye “Suretü’l-Kürsi” de denilir. Görüldüğü üzere bu ayet, ilahi saltanatın ve hükümdarlığın son derece açık ve özet anlatımını ve Allah Teala’nın zatını ve sıfatını hem tarif ve hem gökler ve yeryüzünün ve çevrelerinin yaratılması, ayakta durması ve düzeni, miktar ve genişliğinin muhafazası, hayat sırrı, ilim sırrı, hakimiyet sırrı vb. gibi maddi ve manevi kuvvetlerinin son derece açık şahitliği ile isbat ederek bütün ilahiyat meselelerinin ana noktasını, Allah’ın kürsüsü gibi geniş bir kapsam ile kapsamış bulunduğundan bütün Kur’an ayetleri arasında konusu ile uygun olmak üzere en yüksek bir şeref ve kıymete sahiptir. Nitekim Resulullah (s.a.v.): “Kur’an’da en büyük ayet, Ayetü’l-Kürsi’dir. Bunu her kim okursa, Allah o saat bir melek gönderir, ertesi güne kadar iyiliklerini yazar ve günahlarını siler. Bu ayet bir evde okunsun da şeytanlar onu otuz gün bırakmasın, olmaz ve kırk gün ona ne sihirbaz kadın, ne sihirbaz erkek girmez, ey Ali bunu evladına ve ailene ve komşularına öğret, bundan büyük bir ayet nazil olmadı”; (Ahmed b. Hanbel, V, 142, 178) “Her kim farz namazların her birinin arkasında Ayetü’l-Kürsi’yi okursa onu ölümden başka cennete girmekten engelleyecek hiçbir şey kalmaz. Yani ölünce doğru cennete gider ve ona ancak sıddık veya abid olanlar devam eder.” (Alusi, a.g.e., II, 11; el-Hindi, Kenzü’l-Ummal, I, 2534, 2569, 2580; Süyuti, a.g.e., II, 6) “Ve bunu her kim yatağına yatarken okursa Allah onu kendisine ve komşusuna ve komşusunun komşusuna ve etrafındaki evlere emin kılar”; (Süyuti, a.g.e., II, 8) “Günlerin efendisi cuma günü, sözlerin efendisi Kur’an, Kur’an’ın efendisi, Bakara Suresi, Bakara Suresinin efendisi de Ayetü’l-Kürsi’dir.” (Ramuzü’l-Ehadis, 302) buyurmuştur.
Kürsi: Sözlükte, üzerine tek başına oturulan belli bir şeydir ki, aslında taht ve şerefli ilmin ayni şekilde olan özel ve seçkin makamı demektir. İlmin kendisine ve alime de denir. Daha sonra iskemle ve sandalye gibi şeylere de bu isim söylenmiştir. Dilimizde en çok ilim makamında kullanılmıştır. Herhangi bir şeyin aslına ve toplandığı yere de kürsi denir. Nitekim memleket kürsisi, “başkent” anlamına gelir. Bunun aslı olan “kürs” kelimesinde bir araya toplanıp karışma ile keçe gibi giriftleşip sağlamlaşmak manası vardır. Kısaca gerçek manasıyla kürsi, ancak bir kişinin oturabildiği en yüksek bir çeşit sandalyedir. Bundan dolayı, yerleri gökleri kaplamış bir kürsi düşüncesinin, bu bilinen mananın aynı olmayacağı da şüphesizdir. Aynı zamanda bu kelimenin bize bir hakimiyet (egemenlik) ve saltanat, bir ilim, bir şeref ve büyüklük ve söz geçerliliği anlamı ifade ettiğinde de şüphe yoktur. Biz bir memlekette bir kürsi, bir taht düşündüğümüz zaman, önce bir memleket, ikinci olarak onun içinde bir başkent, üçüncü olarak o başkent içinde bir arş, bir saray, dördüncü olarak o saray içinde bir taht, beşinci olarak o taht üzerinde hükmü elinde bulunduran bir hükümdar, altıncı olarak bu hükümdardan bütün memleketi kapsayan bir nüfuz tasavvur ederiz ki, bunda hükümdar, zarf zarf içinde memleketle tamamen kuşatılmış ve aynı zamanda nüfuzuyla o memleketi kuşatmıştır. Bunda en çok hayrete değer nokta da, bir şeyin hem kuşatan ve hem de kuşatılan olabilmesindeki sırdır ki, ilmin kendisinde de vardır. Ve bu nokta insanlara, Allah’ın birliğini en güzel şekilde telkin edecek olan bir işarettir. Ayetü’l-Kürsi, bize bu manayı telkin etmekle beraber gösteriyor ki, Allah’ın mülkü göklerle yerdir. Fakat Allah’ın kürsisi, bunlarla kuşatılmış değil, onları kuşatmaktadır. Bizim kürsi düşüncemizin aksinedir. Allah’ı düşünürken hep kuşatılmış olanlardan, kuşatıcıya doğru geçmelidir. Taht veya başkent, göklerle yer memleketini kuşatmış; Arş, tahtı kuşatmış; Rahman olan Allah, Arşın içinde değil, üzerinde ve Allah hiç kuşatılmış değil, hep kuşatıcı ve yöneticidir ve öbüründeki zıtlığı kaldıran budur. Şu halde Allah’ın kürsisi, bize ancak bir isim ve kuşatılandan kuşatana geçerek, nihayet gökler ve yer tasavvurunun ötesinden, kapalı ve tahayyülü imkansız bir büyüklük kavramıyla bilinebilir. Bunun gerçek mahiyetini tayin edebilmemize imkan yoktur. Bununla beraber tefsirciler, bunun tarifinde birkaç şekil rivayet etmişlerdir. Şöyle ki:
1- Kürsi, gökleri ve yeri kaplamış büyük bir cisimdir. Buna “Arş’ın kendisi” diyenler de olmuştur. Fakat sahih haberler, “Kürsi, Arşın altında ve göklerin üzerinde bir cisimdir.” diye gelmiştir. Kürsi, iki ayak yeridir. Süddi’den nakledilmiş olduğu üzere, gökler ve yer Kürsi’nin içinde, Kürsi, Arşın altında ve iki ayağının yeridir. (Süyuti, a.g.e., II, 18) Burada iki ayak yerinin, Arş’ın ayağının yeri olduğu açıktır. Bunu en büyük Ruh’un veya hamele-i Arş’tan (Arşı taşıyan meleklerden) büyük bir meleğin iki ayağının yeri diye gösterenler de vardır. İşte bu iki ayak yeri tarifi, Kürsi’nin başkent, yani hükümet karargahı manasıyla ilgili olduğunu açıkça gösteriyor. Gökler ve yer, bilinen bütün cisim alemlerinin ifadesi olduğuna göre, bunları kaplamış olan Kürsi’nin içinin bir cisim olması, göklerde ve yerde bilinen cisimlerin, cisimliklerinden başka bir cisimlik demek olduğunu da unutmamak gerekir. Yani Kürsi, boşlukta yer tutan bir cisim değil, yerin kendisi olan bir cisim (bir boşluk) demek oluyor ki, bunun cisimliğinin, madde ile değil, mutlak uzunluk, diğer bir deyimle genel olarak yer ve mekan denilen soyut bir uzaklık ve bütün bir boşlukla tasavvur edilmesi mümkündür. Çünkü mutlak mekan denilen soyut uzaklık, feza, madde uzantısının mahiyetini ifade eden soyut bir uzantıdır. Boyut ve uzantı ise cisimliğin en genel manasıdır. Fakat maddi cisimler burada yer tuttuğu halde, bu başkaca bir yerde yer tutmuş değildir ve diğer cisimlerle iç içe bulunması mümkündür. Fakat şu madde aleminde görülen maddi güçler ve varlığa ait işlerin ortaya çıktığı yer de budur. Bütün yüksek cisimler burada yerleşmiş ve aralarındaki esiri aleme (fezada gök cisimleri arasında ışık ve sıcaklığı nakleden, havadan daha hafif cisimlere) varıncaya kadar bütün toplu dalgalar burada bulunmaktadır. Hareket ve sakinlik burada meydana gelmektedir. Ancak zaman ve ruhlar alemi bundan daha geniştir.
Bir zamanlar fen bilgilerine sabit bir kıymet isnad eden ve Allah’ın indirdiklerinin sınırının, fen sınırlarından daha geniş bulunduğunu düşünmeyerek, Kur’an ayetlerini zamanının fen bilgilerine göre açıklayıp yorumlamaktan zevk alanlar, o zaman kainatın şekli hakkında Batlemyus’un astronomi ilminin, en yüksek fen bilimi yerinde bulunması ve kendilerinin de bu ilmin mütehassıslarından olmaları dolayısıyla gökleri ve yeri ona göre düşünüp yorumladıkları gibi, Kürsi’nin cisimliği hakkındaki haberleri de o fennin teorileriyle (varsayımlarıyla) açıklamaya çalışmışlar ve dolayısıyla “Kürsi, sekizinci gök olan sabit gök cisimlerinin bulunduğu gök, Arş da dokuzuncu gök olan Atlas göğü (en büyük gök) dür.” diye tevil etmişler (yorumlamışlar), “Kürside yedi gök, bir kalkan içine atılmış yedi para gibidir.” (Süyuti, a.g.e., II, 18), “Arş’ta Kürsi, büyük bir sahraya atılmış demir bir halka gibi bir şeyden ibarettir.” (Süyuti, a.g.e., II, 17; Alusi, a.g.e. II, 9) mealinde rivayet edilmiş olan iki hadisi şerifi de buna delil gibi kabul etmişlerdir. Bugün görüyoruz ki, fennin bu dokuz gök varsayımı gücünü kaybetmiş olduğu halde, Kur’an ayetleri ve Peygamberimizin hadisleri, gönüllerde yine bugünkü gökler ve yer gibi bütün kıymetiyle ortaya çıkıp durmaktadır. Şu halde bunları, mutlaka kendi bilgilerimizin çerçevesi içine alarak açıklamaya çalışmak, ilmin gereklerine de dinin gereklerine de uygun değildir.
Bu iki hadisi şerif, bize Kürsi’nin, sekizinci gök veya sabit yıldızların bulunduğu gök olduğunu değil, nihayet göklere ve yere göre büyük bir yer, Arş’a göre de pek küçük bir daire olduğunu misal yoluyla anlatmaktadır. Bu yüzden asrımızdaki fen bilimlerine göre buna bir mana vermek gerekirse, Kürsi’yi mutlak bir yer manasıyla tasavvur etmek, elbette daha uygundur ve bu bizim kendi düşüncemiz değildir. İmam Fahreddin Razi, bu ayette değil, fakat Fatiha tefsirinde Kürsi’yi mekan, Arş’ı da zaman teorileriyle ele almıştır (Fahru’r-Razi, a.g.e., I, 282-283). Çünkü mutlak mekan, gökleri ve yeri içine almış, kaplamıştır. Halbuki bütün mekan uzunlukları, şu andaki bir anlık zamanın içine sığmış, geçmişin ve geleceğin, aralıksız cereyanı içinde bu hal dairesi (şimdiki zaman çerçevesi) tıpkı büyük bir sahrada küçük bir halka gibi kalmıştır. Bununla birlikte diğer taraftan Kürsi ve Arş’ın manevi değerleri hakkında da rivayetler vardır. İnsan şu görüşleri düşünürken bile farkına varır ki, gökleri ve yeri mekandan başka kuşatan, kuvvet ve kudret, akıl ve ilim ve bunların üzerinde ruh vardır. Ve hatta zaman, mekanı kuşatmış görünürken bunun da ruhta meydana gelen bir durum olduğunu ve buna göre ilim ve ruh aleminin, zamanı da kaplayan bir deniz olduğunu takdir eder. Nitekim Kürsi, en büyük Ruh’un veya diğer büyük bir meleğin iki ayağının yeri denilmişti. Şu halde bunların aslı, Arş’ın sınırına dahil ise de, Kürsi’nin Kürsi olması, sırf cisimlikten ve bir uzantıya sahip olmasından değil, bu manevi kuvvetlerin de bir tesellisine sahne olmasındandır. Ve Allah’a nispet edilmesi de bundan olmalıdır. Buna göre:
2- Kürsi, saltanat, kudret ve mülk demektir. Çünkü ilahlık, ancak kudret ve var etme ile ortaya çıkacağı gibi, dilde de taht ve Kürsi dendiği zaman, doğrudan doğruya egemenlik gücünün kastedildiği vardır.
3- Allah’ın kürsisi, Allah’ın ilmi demektir. Çünkü ilim Kürsisi, taht manasından daha çok bilinmektedir ve bu münasebetle ilmin kendisine de mecazi olarak kürsi denilir. Bu rivayet, İbn Abbas hazretlerinden nakledilmiştir. İbn Cerir et-Taberi gibi bir çok tefsirciler, bunu tercih etmişlerdir.
4- Bu sözden maksat, sırf Allah’ın yücelliğini ve büyüklüğünü anlatmaktır. Cenab-ı Allah, halka zat ve sıfatlarını tarif ederken, insanların hükümdarlar ve büyükler hakkında alışmış oldukları şekillerle hitap buyurmuştur. Nitekim Kabe’yi kendine ev yapmış, tavaf ve ziyaretini emretmiştir. Çünkü insanlar, hükümdarlarının saraylarını ziyaret ederler. Hacerü’l-Esved’in yer yüzünde “yeminüllah” (Allah’ın eli) olduğunu söylemiş ve öpme yeri kılmıştır. Nitekim insanlar, hükümdarlarının ellerini ve eteklerini öperler. Yine bu türden olarak kıyamet günü kullarının hesaba çekilmesi hakkında, meleklerin, peygamberlerin, şehitlerin huzurda bulunacaklarını ve mizanlar konulacağını söylemiştir. İşte bunlar gibi kendisine de Arş isbat etmiş,
اَلرَّحْمٰنُ عَليٰ الْعَرْشِ اسْتَويٰ
“Rahman olan Allah, Arş’ın üzerine hükmetti.” (Taha, 20/5) buyurmuş ve bunu anlatarak,
وَتَريٰ الْمَلٰۤئِكَةَ حَآفّ۪ينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ
“Meleklerin, Arş’ın etrafını kuşatarak Rablerini hamd ile tesbih ettiklerini görürsün.” (Zümer, 39/75),
وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَةٌ
“O gün Rabbinin Arş’ını, onların üzerinde sekiz melek taşır.” (Hakka, 69/17),
اَلَّذ۪ينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ
“Arş’ı taşıyanlar ve onun etrafında bulunanlar…” (Gafir, 40/7) buyurmuş, sonra kendine Kürsi de isnad etmiş,
وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ
“O’nun kürsisi gökleri ve yeri kuşatmıştır” (Bakara, 2/255) buyurmuştur. Bundan anlaşılır ki, Arş ve Kürsi gibi, benzetmeyi andıran lafızlar (sözler) Kabe, tavaf ve Hacerü’l-Esved hakkında daha fazlasıyla mevcuttur. Halbuki bunlar da mesela Kabe’nin “beytullah” (Allah’ın evi) olmasında, Allah’ın, geceyi orada geçirmesi gibi bir benzetme ve cisim manası kastedilmiş olmadığı hususunda nasıl görüş birliği varsa; Arş ve Kürsi hakkında da maksadın, Allah’ın yücelik ve büyüklüğünü anlatmaktan ibaret olduğunda tereddüt edilmemesi gerekir. “Kaffal” ve “Keşşaf” tefsircileri gibi araştırmacılar da bunu tercih etmişlerdir. Buna göre Kürsi’den maksat nedir, ve nasıl bir şeydir, diye düşünmeye lüzum yoktur.
Bu açıklama Cenab-ı Allah’ı cisim olma şüphelerinden tenzih için pek güzel olmakla beraber, Allah’ın Kürsi’sinin gerçekte delalet ettiği bir şeyin bulunmadığını kabul etmek de zahire (bu konudaki açık ifadelere) aykırıdır. Evet bilinen gerçek manasıyla bir Kürsi, bir taht kastedilmediği yukarda geçtiği üzere muhakkaktır. Bununla birlikte bir beytullah (Allah’ın evi) bulunduğuna iman etmek gerektiği gibi Allah’ın bir Kürsisi bulunduğuna iman etmek de gereklidir. Bunun az çok cisimle ilgili bir kavramı içermesi Cenab-ı Allah’a -haşa- bir cisimlik isnadını gerekli kılmaz. Meselenin ruhu, Kürsi’nin Allah’a nisbetini layıkiyle düşünebilmekte, bunun bir “oturma nisbeti” olmayıp bir “Rablık nisbeti” olduğunu anlamaktadır. Ayetten anlaşıldığına göre Allah’ın Kürsisi, bir taraftan maddi cisimler toplamı olan göklerin ve yerin hepsini kaplayıp tutan, cisimleri kuşatan bir şeydir. Biz bunun “Kürsi” ismiyle varlığına iman eder ve gerçek mahiyetini idrak edip tam olarak bilemeyeceğimizi anlarız. Diğer taraftan az çok bir tasavvur edinebilme gereğine kanaat getirirsek, Allah’ın Kürsisinde saltanat tahtı ile ilim kürsisi kavramlarındaki mükemmellik içeriklerini bir araya toplama, kısaltma ve fani olma anlamlarını,
حَيٌّ قَيُّومٌ
“Daima diridir, evrenin yöneticisidir.”
لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَىْءُ
“O’nun misli gibi bir şey yoktur.” ifadelerinin delaletleri gereğince dürüp katlayarak onu mutlak bir ilim ve saltanatın tecelli edeceği (ortaya çıkacağı) bir yer olmak üzere ele alıp düşünürüz. Ve bu bakımdan aslında yüce Allah’ın büyüklüğünün soyut bir tasavvuru değil, kudretinin ortaya çıkış biçiminin de bir ifadesini içine almış bulunduğunu tasdik ederiz. Bütün cisimler, yüksek ve alçak kütleler, Kürsi’nin içinde kaldığından, onun üzerinde hüküm yürüten ilim ve saltanat sahibinin, cisim olmanın üzerinde çok yüce bir varlık olduğunu da kesin olarak anlarız. Ve daha açık olması için Kürsi’nin büyüklüğünü anlatan haberlere bakarak diyebiliriz ki, Allah’ın Kürsisi, göklerde ve yerde görünen bütün maddelerin, kuvvetlerin kaynaşıp durduğu mutlak bir boyut, yani ilim, irade ve kuvvetten soyutlanmış olan sadece mücerret feza değil, bunların tecelli ettiği bir ayna bulunması bakımından mekan ve her şeyin yeri olması muhtemeldir.
Burada yerleşmiş olan Allah değil, gökler ve yer denilen cisimler ve yer işgal eden kütleler toplamıdır. Bunun üzerinde daha geniş olarak zaman uzantısı, akıllar ve ruhlar alemini içeren ve mukarrep (Allah’a yakın) meleklerle kuşatılmış olan Arş vardır. Ve burası mekan üstüdür. Artık burada cisimlik manası yoktur. Ve
اَلرَّحْمٰنُ عَليٰ الْعَرْشِ اسْتَويٰ
“Rahman olan Allah Arş’a hükmetti.” (Taha, 20/5) ifadesinin delalet ettiği üzere Allah Teala Arş’ın içinde değil, rahmanlık sıfatıyla üzerindedir ve bu üzerinde bulunma, mekanla ilgili olmayan bir üstünlüktür. رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَىْءٍ رَحْمَةً وَعِلْماً “Ey Rabbimiz sen her şeyi rahmetinle ve ilminle kuşattın. ” (Gafir, 40/7) ayeti gereğince de Allah’ın kuşatması, rahmet ve ilim yönüyledir. Kürsi, bu ilim ve rahmetin, bizim alemimize bir tecelli yeridir. Bu bakımdan ne Kürsi’nin, ne Arş’ın Allah’la ilgisi bir yer tutma şeklinde değildir. Hükümranlık ve tasarruf, zapt etme ve emre hazır tutma, hüküm ve emir gibi tecellilerle bir rablık ilişkisidir. Bu ilgi, bu tecelli sayesindedir ki, ruhlarla cisimler, zihin ile dış alem birleşerek gerçekleşme noktalarında Hakk’ın varlığının bir parıltısına ayna olurlar da yerlerin, göklerin, mekanların, zamanların, Kürsi’nin, Arş’ın, kuşatamadığı Allah’ın varlığını, müminin kalbi, eşyanın her zerresinde, mekanın her noktasında, zamanın her anında marifete (Allah’ı tanımaya) yol bulur ve her şeyi anlamayı ancak bununla başarabilir. Hak demeden hiç bir şeyi bilemez ve Hakk’ın zatı ile ilgili en yüksek marifeti (bilgisi) de, مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ “Seni gerçek bir şekilde tanıyamadık.” ifadesidir. Bunun için de sadece marifeti, iman olamaz. İmanın kapsamı, marifetin kapsamından geniştir. Marifette bir kayıt vardır. İman ise kayıtsız, şartsız bir teslimiyet, ilahi bir ilgidir ve en büyük temaşa ondadır. Bunun yeri olan müminin kalbi de yerlerden göklerden geniştir. Bunun için mutlak mekanın, tecelli eden kuvvetleriyle beraber gökler ve yer cümlesinde dahil olması daha çok muhtemel bulunduğundan en sağlam iman, Allah’ın Kürsüsüne, Allah’ın açıkladığı şekilde iman edip, marifet taslamamaktır.

Celal Yıldırım Tefsirinde Ayetel Kursi

Celal Yıldırım Tefsiri – BAKARA SURESİ – 2.255 MEÂLİ:

255 – Allah ki, Oʹndan başka hiçbir ilâh yoktur, ancak O vardır; hep diridir O; yarattıklarını kudretiyle tedbiriyle tutup duran O; ne uyuklama tutar Oʹnu, ne de uyku… Göktekiler ve yerdekiler O’nun. İzni olmaksızın Oʹnun katında şefaat edecek olan kim? Yarattıklarının önünde ne var, arkalarında ne var bilir. Onlar ise Oʹnun dilediğinden başka, ilminden hiçbir şey kavrayamazlar. Kürsü’sü (yüce kudret ve saltanatı) gökleri ve yeri kuşatıp kaplamıştır. Her ikisini görüp gözetmek O’na ağır gelmez. O, çok yüce ve çok büyüktür.

AYETEL KÜRSİYLE İLGİLİ HADÎSLER

«Her şeyin bir üst noktası (doruğu) var, Kur’ânʹın üst noktası Baka­ra sûresidir. Bu surede bir âyet vardır ki o Kurʹân âyetlerinin önde gele­nidir; o, Âyet-i Kürsîʹdir. » (Buharî – Tirmizî: Ebû Hüreyre (R. A. )den.)
Ebû Munzir (R. A. ) diyor ki:
Resûlüllâh (A. S. ) Efendimiz bana sordu:
– Ey Ebâ Münzir! bilir misin Allah kitabından hangi âyet sana göre daha büyük ve kadri daha yücedir?
– Allah ve Peygamberi daha iyi bilir, dedim.
Tekrar sordu:
– Ya Ebâ Münzir! bilir misin Allah kitabında hangi âyet sana göre daha büyük ve kadri daha yücedir?
Cevap verdim:
– ALLAHU LÂ İLÂHE İLLÂ HUVEʹL-HAYYUʹL-KAYYUM âyetidir, de­dim. Bunun üzerine Resûlüllâh (A. S. ) Efendimiz eliyle göğsüme dokuna­rak şöyle buyurdu:
– İlim senin için kolay, yararlı ve yüceltici olsun! (Müslim – Ebû Münzir (R. A. )den.)
«Kim sabahlarken Âyet-i Kürsiʹyi ve HÂ-MÎM TENZİLÜʹL-KİTAB sû­resinin ilk iki âyetini okursa, o gün akşama kadar korunmuş olur. Kim de akşamlarken bunları okursa o gece sabaha kadar korunmuş olur. » (Tirmizî: Ebû Hüreyre (R. A. )den.).
«Ya Ebâ Zer! yedi gök Kürsüʹyle birlikte çöle atılmış bir halka gibi­dir. Arş’ın Kürsîʹye üstünlüğü, çölün halkaya nisbetle olan üstünlüğü gi­bidir. » (Beyhakî / Sahîh senedle rivâyet etmiştir.).
ALLAHʹIN VARLIĞINA BİRLİĞİNE DOSDOĞRU İNANAN MÜ’MİN SEKİZ SIRRA ERİŞİR
«Allah ki, O’ndan başka hiçbir ilâh yok­tur…. »
1. HAYY sıfatına mazhar olarak ruhunun sonsuzluk sırrı içinde as­lına tertemiz dönmesini sağlar.
2. Yaratıldığı özelliği doğrultusunda İlâhî kudretle varlığını korur ve ebediyyen O sonsuz kudretin rahmetiyle mutlu olur.
3. Nefs, şeytan, madde ve şehvetin, İlâhî nûrun kalbe yansımasını engelliyen bulanık perdelerini yırtar; ruhunu gaflete sürükleyen bu güç­lerin etkisini imânındaki zevk ve kuvvet oranında hafifletir.
4. Mülkün Allah’a ait olduğunu algılar; göklerde ve yerde hakiki an­lamda tek tasarruf sâhibinin Allah olduğunu için için düşünerek O’nun yüce huzurunda, O’nun mülkünde ve O’nun lütfettiği nîmete el uzatarak helâl ve haram sınırlarını bilme şuuru içinde tam bir edeple ve imân kuv­vetinden gelen titizlikle teslimiyet gösterir.
5. O’nun katında O’nun izni olmaksızın kimsenin şefaat etme yet­kisi bulunmadığını anlar; bunun için günlük işlerinde ve hayatı boyunca Allah için verir, Allah için alır, Allah ile konuşur, Allah ile düşünür ve Al­lah için dost edinir.
6. Allah’ın, yarattıklarının önlerindekini de arkalarındakini de, geç­miş ve geleceklerini de noksansız bildiğini anlar; günlük hayatım bu öl­çü ve anlam sınırı içinde düzene sokma erdemliğine erişir.
7. Mahlûkatın ise Allah’ın dilediği kadarından başka, Oʹnun bildiğin­den hiçbir şey kavrayamadıklarını düşünerek sınırsız olan ilâhî kudret karşısında aczini, bilgisizliğini, çaresizliğini anlar ve tam. bir teslimiyet içinde Hakk’a bağlanır.
8. Varlık âleminin büyüklüğü, genişliği ve bir bakıma bizlere göre sı­nırsızlığı karşısında insan aklının ve bilgisinin ne kadar az bir mesafe aldığını, ne kadar az şey bildiğini gözlerinin önüne getirerek ilâhî aza­met ve kudretin, saltanat ve ilmin sınırsızlığını ve görkemliğini astrono­mik rakamlarla olsun belirlemenin imkân kapsamına girmediğine inancı bir kat daha artar ve bu durumda Allah’a yönelmekten başka çare ol­madığını duyar. Böylece O çok yüce Allah’a kul olma bahtiyarlığına eriş­menin zevkini için İçin kalbinde duymaya başlar.

ALLAHʹIN VARLIĞI

«Allah ki, Oʹndan başka ilâh yoktur. »
Âyet-i Kürsî’de Allah’ın varlığı ve birliği söz konusu edilerek giriş ya­pılıyor, sonra da O’nun yüce kudreti çok anlamlı bir anlatım dizisiyle özetleniyor.
Hemen söyleyelim ki Allah, hiçbir zaman matematiksel bir denklem gibi çözülmez. Bu konuda önce kendi yaratılışımızdaki akıllara durgunluk veren plân ve düzene, sonra da dışımızdaki varlık âleminin şaşmaz ka­nunlarla fakat insan aklının çok zor anlayabileceği ince hesaplar ve plân­larla idâre edildiğine bakacak olursak, eserden müessire, sanattan sa­natkâra bir geçiş ve idrâk sağlayabiliriz, şöyle ki:
a) Varlık âleminde matematiğe dayalı ölçülerle mutlak anlamda bir düzen varsa, mutlaka bir düzenleyici vardır.
b) Mükemmel bir plân ve proğram varsa, mutlaka bir proğramlayan vardır.
c) Dengeli bir hareket, ölçülü bir düzen varsa, mutlaka bir denge sağlayan ve düzen kuran vardır.
d) Yaratılıştan mevcut olup, ruhumuzun derinliğinden sökülüp atılamıyan Allah fikri ve duygusu varsa, bu fikir ve duygunun çekirdeğini, ya da mayasını mutlaka oluşturan bir kudret vardır.
e) Varlık âleminde güneş sistemi gibi birçok sistemler varsa ve bu sistemler belli kanunlara bağlı kalıyorsa, mutlaka bir sistemleştiren ve belli kanunlarına göre idare eden vardır.
İşte Âyet-i Kürsîʹnin ilk cümlesiyle Allah’ın varlığını, birliğini ve O’n­dan başka ilâh olmadığını Kur’ân açıklarken insan kalbini ve kafasını şu hakikatlere çevirmektedir:
1. Allah, yaratıklarını sonsuz kudretiyle, erişilmez önlemleriyle ayak­ta tutmaktadır. Bu kudret (a) ve (b) maddelerinde anlatımını bulmuştur.
2. Oʹnu ne uyuklama, ne de uyku tutar. Bu, (c) maddesinde belirtil­diği gibi, ezelden ebede aralıksız ve arızasız sürüp giden kudretin varlık âlemini şaşmadan belli ve belirli kanunlarıyla gayesine uygun yönettiğini sembolize eder.
3. İnsan önce, ruhunun derinliğine yerleştirilen Allah fikri ve duygusu oranında yaradanım bilebilir. Sonra çevre, aile, akıl ve duygu, eğitim ala­nında bu düşünceyi belli ölçüde geliştirir. Onun ilminden kavrayabildiği­miz her zaman sınırlıdır. Sadece O’nun bize sağladığı imkân nisbetinde bir şeyler biliyoruz. Ne var ki yaratan hakkındaki duygu ve düşüncemiz geçmiş zamankinden çok daha anlamlı ve kuvvetlidir. Çünkü bugün kâi­nat hakkında ilim bize çok şeyler kazandırmıştır. Ama yine de çok az ve sınırlıdır ve hep sınırlı kalacaktır.
«İzni olmaksızın Oʹnun katında şefaat edecek olan kim? »
Âyet-i Kürsî’de geçen bu cümle, âhirette bile Allah’ın izni olmadan hiç kimsenin şefaatte bulunma yetkisi taşımadığını hatırlatmakta ve özel­likle şu dünyada bazı fânilerin, günahkârların günah çıkarmasına kendini yetkili görmesinin İlâhî hakka bir tecavüz olduğundan habersiz bulunma­larına dolayısıyla işâret edilmektedir. Hıristiyanlıkta Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adına yapılan vaftiz, bir çeşit günah çıkarma ve günahları bağışlat­ma işlemidir. Protestanlar da bunu tanrı mağfiretinin bir sembolü olarak benimsemişlerdir. Vaftiz’in alanı genişletilerek, her yaştaki insanın papaz huzurunda günahlarını dile getirmesinden, kutsal su ile yıkanıp günah­lardan kurtulmuş sayılmasına kadar uzatılmıştır. Aslında böyle bir iş­lem, Tevhîd diniyle çelişkilidir. Günahları bağışlama hakkı sadece Allah’a ve O’nun kıyâmet günü yetkili kılacağı kişilerin şefaatine ait bir konudur. Günahkâr bile olmasa bir insanın, günahkâr başka bir insanın günahla­rını affettirmesi, o sayede ilâhî mağfirete eriştiği hakkında ona kesin ko­nuşması, İlâhî hakka saygısızlıktır. İslâm dini bu tür inanç ve işlemleri kökünden kaldırmış, beşerin kendine ait sınırı aşmamasını emretmiş, İlâ­hî hak ve sınırlara tecâvüzü büyük günahlardan saymıştır.
İşte yukarıda meâlini verdiğimiz âyet, İslâmʹın bu konudaki inanç esas ve anlamını, kapsam ve maksadını en açık bir anlatımla yansıtmak­tadır. Günahları ikiye ayıran İslâm, yaratılanla yaratan arasındaki günah­ların tevbe, istiğfar, duâ ve ibâdetlerle bağışlanacağına ümit kapısını açık tutmuş; insan haklarıyla ilgili bulunan günahların ancak ödenmek sûretiyle bağışlanabileceğini açıklamıştır. Böylece İslâm hem İlâhî adâletin hedefinden şaşmıyacağını belirtmiş, hem de hakların korunmasına ağırlık ve Kesinlik kazandırmıştır. En son ve en mükemmel din olmasının özel­liklerinden biri de budur!.

ÂYET-İ KÜRSÎ İLE İLGİLİ YORUMLAR, RİVÂYETLER

EL-KAYYUM
a) Yarattığını İlâhî tedbiriyle belli bir düzen içinde yürüten ve kendi kudretiyle hep var olan,
b) Her can üzerinde kudretiyle, ilmiyle hükümran olan, kimin ne gibi işte ve eylemde bulunduğunu noksansız bilip ona göre her iş ve eylemin karşılığını takdir eden,
c) Hiç değişmiyen ve hiç yok olmayan, kudretinin üstün hükümran­lığıyla varlığına bir başlangıç ve son bulunmayan, (Bu, İbn Abbas’a (R. A. ) göredir.).
d) Hiç uyumayan, (Beyhakî Uyunuttefsîr’den.).
e) Eşi, dengi ve benzeri olmayan, (Bu, Kelbiy’e göredir.).
KÜRSÎ
a) O bizim bilmediğimiz anlam ve özellikte sade incidendir. Kalem de incidendir. Kalemin uzunluğu yediyüz yıllık mesafededir. Kürsî’nin uzunluğunu Allah’tan başkası bilmez. (İbn Asâkir kendi tarihinde Hz. Ali (R. A. )den rivâyet etmiştir.).
b) Allah’ın ilmidir. (Taberânî: İbn Abbas’dan rivâyet etmiştir.). Bu manayla, büyük ilim adamlarına «Kürsî» denilmiştir.
c) Oʹnun varlık âlemini kuşatan sonsuz, sınırsız ve benzersiz kudreti­dir.
d) Arş ile birlikte anılan Kürsî’nin niteliğini, büyüklüğünü ancak Allah bilir.
e) Arş’ın önünde İlâhî hükümranlığın tecelli ettiği iki kadem misali bir yerdir.
f) Rahmân’ın Arş’ına oranla sadece iki ayak konulacak kadar bir basamaktır.
Bütün bu rivâyet ve yorumlardan şu sonucu çıkarabiliriz:
Varlık âlemi tasavvur edemiyeceğimiz kadar büyük ve geniştir. Devamlı genişlemekte olan kâinattaki cisimlerin birbirinden ne kadar uzak olduğu ancak ışık yılıyla kısmen olsun anlatılabilmektedir. Yapılan tesbitlere göre, teleskoplarla görülebilen yıldızlara oranla dünya boşluğa fırlatılmış bir parmak ucu büyüklüğünde çamur parçasından farksızdır. Arş ve Kürsî denilen ve İlâhî saltanatın görkemliğini yansıtan varlıkların cidden büyüklüğünü anlamak çok zordur. Dünyadan milyar defa büyük­lükte yıldızlar mevcuttur. Bu rakamın çok üstünde büyüklükte olan yıldız­lar da vardır. İlim bize bu konuda çok az bilgi sunabilmiştir.
Son yıllarda Wilson Rasathanesinde çekilen bir fotoğraf bize binler­ce ışık yılı uzaklığındaki yıldız grubunu göstermektedir.
Fezanın ve kâinatın gerçek büyüklüğünü bilmek çok zordur. Bu ko­nuda belli olmayan bir fikir ne kadar doyurucudur? Astronomi bilginleri iki bin seneden beri uğraşıp didinmişler, ama kesin rakama dayalı bir so­nuç elde edememişlerdir. Bunun nedeni, göğe çıplak gözle bakıldığı za­man yıldızların, ay’ın ve güneşin bize olan uzaklığını tahmini bir şekilde olsa bile anlamanın imkânsız oluşudur. Kâinatın büyüklüğünü anlamak için yıldızlar arası uzaklığı hesaplamak gerektir.
Işığın hızını düşünürsek dört saatte vardığı uzaklığın ne kadar uzun olduğu hemen anlaşılır. Hakikaten de öyledir: Pluton bize beş milyar ki­lometreden daha uzaktır. Peki Pluton’dan sonra ne vardır? Hiçbir şey yoktur. Yüzlerce, binlerce, milyarlarca kilometre boyunca hiçbir şey mevcut değildir. Ancak ondan sonra bize hemen hemen dört ışık yılı uzaklıkta olup, bir bakıma bize en yakın iki yıldız vardır: Alfa ve Proksima yıldızları.
Bize 15 ışık yılı kadar uzakta on kadar güneş vardır. Bütün diğer yıl­dızlar ondan da uzaktadır. Bizim içinde bulunduğumuz Samanyoluʹnu meydana getiren yıldızlar fırıl fırıl dönen bir yuvarlak küme oluştururlar. Saniyede 300 bin kilometre hızla gelen ışık Samanyoluʹnu bir başından öbür ucuna ancak 200 bin yılda gidebilir.
Bunları anlatmamızdan maksat, kâinatın büyüklüğü hakkında az da olsa bir bilgi vermek ve henüz bize ışığı ulaşamıyan yıldızlardan da ötede buludan Arş ve Kürsî’nin hem büyüklüğünü, hem uzaklığını anlatmaktır. Artık kâinatın büyüklüğünü tahmin edebilirsiniz.. İşte yukarıdaki rivâyet­ler bu hakikatı bize yansıtmakta, İlâhî hükümranlığın ne kadar muhteşem olduğuna dikkatlerimizi çekmektedir.
«O’nun Kürsüsü gökleri ve yeri kuşatıp kaplamıştır. » cümlesi, Kürsî’nin uzaklık ve büyüklüğü hakkında bir fikir vermekte ve insanoğlunun dikkatini fezaya çekmektedir. Çünkü biz kâi­natın nasıl bir düzen içinde bulunduğunu, İlâhî saltanatın şaşmayan ka­nunlarla nasıl bir önlem içinde varlık âlemini ayakta tuttuğunu anladığı­mız oranda Allah’a daha çok yaklaşmış, yani O’nu daha iyi anlamış olu­ruz.

YENİ HD VİDEOLAR İÇİN LÜTFEN YOTUBE KANALIMIZA ABONE OLUNUZ.

Ayetel Kürsi’nin Yavaş Okunuşunu İzle

video
play-rounded-fill

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!
Scroll to Top
Hide picture