YASİN SURESİ TÜRKÇE MEALLERİ
Aşağıda Yasin Suresi mealleri verilmiştir.
Yasin Suresi’nin Türkçe Meali (Çevirisi) (Elmalı Hamdi Yazır)
Yasin Suresi’nin Türkçe Meali (Yazarı: Elmalı Hamdi Yazır) şöyledir;
1 – Yâsîn.
2-3 – Ey Muhammed! Hikmetli Kur’ân’a andolsun ki, sen risâlet görevi
4 – Dosdoğru bir yol üzerindesin.
5-6 – Babaları korkutulmamış ve kendileri de gafil olan bir kavmi, çok güçlü ve çok merhametli olan Allah’ın indirdiği (Kur’ân) ile korkutasın.
7 – Andolsun ki onların çoğunun üzerine azab sözü hak olmuştur. Onlar imana gelmezler.
8 – Çünkü biz onların boyunlarına kelepçeler geçirmişiz. O kelepçeler çenelerine dayanmıştır da burunları yukarı, gözleri aşağı somurtmaktadırlar.
9 – Hem önlerinden bir sed, arkalarından bir sed çekmişiz, kendilerini sarmışızdır. Baksalar da görmezler.
10 – Onları korkutsan da korkutmasan da onlara göre birdir, inanmazlar.
11 – Sen ancak Kur’ân’a tabi olan ve görünmediği halde Rahman olan Allah’tan korkan kimseyi sakındırırsın. İşte onu bir bağışlanma ve çok şerefli bir mükafatla müjdele.
12 – Gerçekten biz ölüleri diriltiriz, onların önceden yapıp gönderdiklerini ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Zaten biz her şeyi açık bir kütükte, bir “imam-ı mübin”de (ana kitapta, yani Levh-i mahfuzda) sayıp tesbit etmişizdir.
13 – Sen onlara, o şehir halkını örnek ver. Hani oraya peygamberler gelmişti.
14 – Hani biz onlara iki peygamber göndermiştik, fakat onlar ikisini de yalanlamışlardı. Biz de (onları) üçüncü bir peygamberle destekledik. Onlara: “Şüphesiz ki biz size gönderilmiş elçileriz.” dediler.
15 – Onlar da: “Siz bizim gibi insandan başka birşey değilsiniz, hem Rahman olan Allah, hiçbir şey indirmedi. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.” dediler.
16 – Peygamberler dediler ki: “Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.”
17 – “Bize düşen de sadece apaçık tebliğdir.”
18 – Onlar dediler ki: “Herhalde biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun ki, sizi hiç tınmadan taşlarız ve mutlaka bizden size pek acıklı bir azab dokunur.”
19 – Peygamberler de şöyle cevap verdiler: “Sizin uğursuzluğunuz beraberinizdedir. Size öğüt verildi diye mi (uğursuzluğa uğradınız)? Doğrusu siz israfı âdet etmiş bir kavimsiniz.”
20 – O sırada şehrin ta ucundan bir adam koşarak geldi ve: “Ey kavmim! Uyun o elçilere!”
21 – “Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o zatlara ki, onlar hidayete ermişlerdir.”
22 – “Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim beni yaratana? Hep döndürülüp O’na götürüleceksiniz.”
23 – “Hiç ben O’ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni kurtaramazlar.”
24 – “Şüphesiz ki ben, o zaman apaçık bir sapıklık içinde olurum.”
25 – “Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman getirdim, gelin dinleyin beni.”
26 – (Sonra ona) “haydi gir cennete!” denildi. O da dedi ki: “Ne olurdu kavmim bilseydi!”
27 – “Rabbimin beni bağışladığını ve beni kendilerine ikram edilen kullarından kıldığını.”
28 – Biz arkasından kavminin üzerine bir ordu indirmedik, indirecek de değildik.
29 – Sadece bir gürültü oldu, onlar da hemen sönüverdiler.
30 – Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine glen her bir peygamberle mutlaka alay ediyorlardı.
31 – Görmediler mi ki, kendilerinden önce nice kuşakları helak etmişiz. Onlar artık kendilerine dönüp gelmiyorlar.
32 – Onların hepsi toplanıp, sadece bizim huzurumuza getirilmişlerdir.
33 – Hem bir delildir onlara ölü toprak. Biz ona hayat verdik ve ondan taneler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar.
34 – Biz orada hurmalıklardan, üzüm bağlarından bahçeler yaptık. İçlerinde pınarlardan sular fışkırttık.
35 – (Bunu), Onun ürününden ve kendi elleriyle yaptıklarından yesinler diye (yaptık). Hâlâ şükretmeyecekler mi?
36 – Yerin bitkilerinden, kendi nefislerinden ve daha bilemeyecekleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah’ın şanı ne yücedir.
37 – Gece de onlara bir delildir. Biz ondan gündüzü soyar çıkarırız, bir de bakarlar ki karanlığa dalmışlar.
38 – Güneş de bir delildir ki kendi yolunda akıp gidiyor. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.
39 – Ay’a gelince, ona menziller tayin ettik. Nihayet o eski hurma salkımının çöpü gibi (yay haline) dönmüştür.
40 – Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.
41 – Onlar için bir delil de bizim, onların neslini dolu bir gemide taşımamızdır.
42 – Yine kendileri için onun gibi binecek şeyler yaratmamızdır.
43 – Eğer dilesek onları boğarız da o zaman ne onların feryadına yetişen bulunur, ne de onlar kurtarılır.
44 – Ancak tarafımızdan bir rahmet ve bir zamana kadar yaşatmak başka.
45 – Durum böyle iken onlara: “Önünüzdekinden ve arkanızdakinden korkun ki size rahmet edilsin” denildiği zaman,
46 – Ve kendilerine Rablerinin âyetlerinden herhangi bir âyet geldiği zaman mutlaka ondan yüz çevirirler.
47 – Onlara: “Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra harcayın” dendiği zaman, o kâfirler, müminler için: “Allah’ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz apaçık bir sapıklık içinde değil de nesiniz?” dediler.
48 – Yine onlar: “Eğer doğru söylüyorsanız bu (kıyamet) vaadi ne zaman?” diyorlar.
49 – Onlar sadece bir tek çığlığa bakıyorlar, bir çığlık ki, onlar çekişip dururken kendilerini yakalayıverir.
50 – O zaman bir vasiyette bile bulunamazlar. Ailelerine de dönemezler.
51 – Sûr’a üfürülmüştür, bir de ne baksınlar kabirlerinden Rablerine doğru akın ediyorlar.
52 – Onlar: “Eyvah başımıza gelenlere! Mezarımızdan bizi kim kaldırdı? O Rahmân’ın vaad buyurduğu işte bu imiş. Gönderilen peygamberler de doğru söylemişler” derler.
53 – Başka değil, sadece bir tek çığlık olmuş, derhal hepsi toplanmış huzurumuza getirilmişlerdir.
54 – Artık bugün hiç kimseye zerre kadar zulmedilmez. Ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.
55 – Gerçekten cennetlik olanlar bugün bir meşguliyet içinde zevk etmektedirler.
56 – Kendileri ve eşleri gölgelerde koltuklar üzerine kurulmuşlardır.
57 – Onlara orada bir meyve vardır. İsteyecekleri her şey onlarındır.
58 – (Onlara) Rahîm olan Rab’den “selâm” sözü vardır.
59 – Ey günahkârlar! Bugün siz bir tarafa ayrılın.
60-61 – “Ey Âdemoğulları! Şeytana tapmayın, o size apaçık bir düşmandır ve bana kulluk edin, doğru yol budur, diye size and vermedim mi?” (buyurulacak)
62 – Böyle iken o sizden birçok nesilleri yoldan çıkardı. Ya o zaman düşünmüyor muydunuz?
63 – İşte bu size vaad edilen cehennemdir.
64 – Bugün yaslanın ona bakalım inkâr ettiğiniz için.
65 – Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz de neler kazandıklarını bize elleri söyler, ayakları da şahitlik eder.
66 – Hem dileseydik gözlerini üzerinden silme kör ediverirdik de yola dökülürlerdi. Fakat nereden görecekler?
67 – Yine dileseydik oldukları yerde kılıklarını değiştirirdik de ne ileri gidebilirlerdi, ne de geri dönebilirlerdi.
68 – Bununla beraber kimin ömrünü uzatıyorsak, yaratılışta onu (güç ve kuvvetini alarak) tersine çeviriyoruz. Hâlâ akıllanmayacaklar mı?
69 – Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yaraşmaz da… O sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur’ân’dır.
70 – (Bu), diri olanları uyarmak ve kâfirlere de azab sözünün hak olması içindir.
71 – Şunu da görmediler mi: Biz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar yaratmışız da onlara sahip bulunuyorlar.
72 – Onları, kendilerinin hizmetine vermişiz de, hem onlardan binekleri var, hem de onlardan yiyorlar.
73 – Onlarda daha birçok menfaatleri ve türlü içecekleri de var. Hâlâ şükretmeyecekler mi?
74 – Onlar, Allah’tan başka birtakım ilâhlar edindiler. Güya yardım olunacaklar.
75 – Onların, onlara yardıma güçleri yetmez. Kendileri ise onlar için bazı askerlerdir.
76 – O halde onların sözleri seni üzmesin. Biz onların içlerini de biliriz, dışlarını da.
77 – İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmedi mi de, şimdi apaçık bir hasım kesildi?
78 – Yaratılışını unutarak bize bir de mesel fırlattı: “Kim diriltecekmiş o çürümüş kemikleri?” dedi.
79 – De ki: “Onları ilk defa yaratan diriltecek ve o her yaratmayı bilir.”
80 – Size o yeşil ağaçtan bir ateş yapan O’dur. Şimdi siz ondan tutuşturmaktasınız.
81 – Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratmaya kâdir değil midir? Elbette kâdirdir. Çünkü o her şeyi yaratandır, her şeyi bilendir.
82 – O’nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.
83 – O halde her şeyin mülkü ve tasarrufu (hükümranlığı) elinde bulunan Allah’ın şanı ne yücedir. Siz de yalnız O’na döndürüleceksiniz.
NOT: Tüm QURAN VİDEOLARININ 50’den fazla dilde çevirisi (altyazı) vardır. Bu surenin tercümelerini yukarıdaki videonun altyazılarından görebilirsiniz.
Yasin Suresi Diyanet Meali ve Latince Okunuşu (Türkçe transkripsiyonu)
﷽ Bismillâhirrahmânirrahîm
- 36/YÂSÎN-1: Yâ sîn.1. Yâ Sîn.
- 36/YÂSÎN-2: Vel kur’ânil hakîm(hakîmi).2,3,4. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur’an’a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin.
- 36/YÂSÎN-3: İnneke leminel murselîn(murselîne).2,3,4. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur’an’a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin.
- 36/YÂSÎN-4: Alâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).2,3,4. (Ey Muhammed!) Hikmet dolu Kur’an’a andolsun ki, sen elbette dosdoğru bir yol üzere (peygamber) gönderilenlerdensin.
- 36/YÂSÎN-5: Tenzîlel azîzir rahîm(rahîmi).5,6. Kur’an, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir.
- 36/YÂSÎN-6: Li tunzire kavmen mâ unzire âbâuhum fe hum gâfilûn(gâfilûne).5,6. Kur’an, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan bir kavmi uyarman için mutlak güç sahibi, çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir.
- 36/YÂSÎN-7: Lekad hakkal kavlu alâ ekserihim fe hum lâ yu’minûn(yu’minûne).7. Andolsun, onların çoğu üzerine o söz (azap) hak olmuştur. Artık onlar iman etmezler.
- 36/YÂSÎN-8: İnnâ cealnâ fî a’nâkıhim aglâlen fe hiye ilel ezkâni fe hum mukmehûn(mukmehûne).8. Onların boyunlarına demir halkalar geçirdik, o halkalar çenelerine dayanmıştır. Bu sebeple kafaları yukarıya kalkık durumdadır.
- 36/YÂSÎN-9: Ve cealnâ min beyni eydîhim sedden ve min halfihim sedden fe agşeynâhum fe hum lâ yubsırûn(yubsırûne).9. Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler.
- 36/YÂSÎN-10: Ve sevâun aleyhim e enzertehum em lem tunzirhum lâ yu’minûn(yu’minûne).10. Onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.
- 36/YÂSÎN-11: İnnemâ tunziru menittebeaz zikre ve haşiyer rahmâne bil gayb(gaybi), fe beşşirhu bi magfiretin ve ecrin kerîm(kerîmin).11. Sen ancak Zikr’e (Kur’an’a) uyanı ve görmediği hâlde Rahmân’dan korkan kimseyi uyarırsın. İşte onu bir bağışlanma ve güzel bir mükâfatla müjdele.
- 36/YÂSÎN-12: İnnâ nahnu nuhyil mevtâ ve nektubu mâ kaddemû ve âsârehum ve kulle şey’in ahsaynâhu fî imâmin mubîn(mubînin).12. Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) bir bir kaydetmişizdir.
- 36/YÂSÎN-13: Vadrıb lehum meselen ashâbel karyeh(karyeti), iz câe hel murselûn(murselûne).13. (Ey Muhammed!) Onlara, o memleket halkını örnek ver. Hani oraya elçiler gelmişti.
- 36/YÂSÎN-14: İz erselnâ ileyhimusneyni fe kezzebûhumâ fe azzeznâ bi sâlisin fe kâlû innâ ileykum murselûn(murselûne).14. Hani biz onlara iki elçi göndermiştik de onları yalancı saymışlardı. Biz de onlara üçüncü bir elçi ile destek vermiştik. Onlar, “Şüphesiz biz size gönderilmiş elçileriz” dediler.
- 36/YÂSÎN-15: Kâlû mâ entum illâ beşerun mislunâ ve mâ enzeler rahmânu min şey’in in entum illâ tekzibûn(tekzibûne).15. Onlar şöyle dediler: “Siz de ancak bizim gibi insansınız. Rahmân, hiçbir şey indirmemiştir. Siz sadece yalan söylüyorsunuz.”
- 36/YÂSÎN-16: Kalû rabbunâ ya’lemu innâ ileykum le murselûn(murselûne).16. (Elçiler ise) şöyle dediler: “Bizim gerçekten size gönderilmiş elçiler olduğumuzu Rabbimiz biliyor.”
- 36/YÂSÎN-17: Ve mâ aleynâ illel belâgul mubîn(mubînu).17. “Bize düşen ancak apaçık bir tebliğdir.”
- 36/YÂSÎN-18: Kâlû innâ tetayyernâ bi kum, le in lem tentehû le nercumennekum ve le yemessennekum minnâ azâbun elîm(elîmun).18. Dediler ki: “Şüphesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz, sizi mutlaka taşlarız ve bizim tarafımızdan size elem dolu bir azap dokunur.”
- 36/YÂSÎN-19: Kâlû tâirikum meakum, e in zukkirtum, bel entum kavmun musrifûn(musrifûne).19. Elçiler de, “Uğursuzluğunuz kendinizdendir. Size öğüt verildiği için mi (uğursuzluğa uğruyorsunuz?). Hayır, siz aşırı giden bir kavimsiniz” dediler.
- 36/YÂSÎN-20: Ve câe min aksal medîneti raculun yes’â kâle yâ kavmittebiûl murselîn(murselîne).20. Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! Bu elçilere uyun.”
- 36/YÂSÎN-21: İttebiû men lâ yes’elukum ecren ve hum muhtedûn(muhtedûne).21. “Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir.”
- 36/YÂSÎN-22: Ve mâ liye lâ a’budullezî fataranî ve ileyhi turceûn(turceûne).22. “Hem ben, ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim. Oysa siz de yalnızca O’na döndürüleceksiniz.”
- 36/YÂSÎN-23: E ettehızu min dûnihî âliheten in yuridnir rahmânu bi durrin lâ tugni annî şefâatuhum şey’en ve lâ yunkızûn(yunkızûni).23. “O’nu bırakıp da başka ilâhlar mı edineyim? Eğer Rahmân bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar.”
- 36/YÂSÎN-24: İnnî izen le fî dalâlin mubîn(mubînin).24. “O taktirde ben mutlaka açık bir sapıklık içinde olurum.”
- 36/YÂSÎN-25: İnnî âmentu bi rabbikum fesmeûn(fesmeûni).25. “Şüphesiz ben sizin Rabbinize inandım. Gelin, beni dinleyin!”
- 36/YÂSÎN-26: Kîled hulil cenneh(cennete), kâle yâ leyte kavmî ya’lemûn(ya’lemûne).26,27. (Kavmi onu öldürdüğünde kendisine): “Cennete gir!” denildi. O da, “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!” dedi.
- 36/YÂSÎN-27: Bimâ gafere lî rabbî ve cealenî minel mukremîn(mukremîne).26,27. (Kavmi onu öldürdüğünde kendisine): “Cennete gir!” denildi. O da, “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!” dedi.
- 36/YÂSÎN-28: Ve mâ enzelnâ alâ kavmihî min ba’dihî min cundin mines semâi ve mâ kunnâ munzilîn(munzilîne).28. Kendisinden sonra kavmi üzerine (onları cezalandırmak için) gökten hiçbir ordu indirmedik. İndirecek de değildik.
- 36/YÂSÎN-29: İn kânet illâ sayhaten vâhıdetenfe izâ hum hâmidûn(hâmidûne).29. Sadece korkunç bir ses oldu. Bir anda sönüp gittiler.
- 36/YÂSÎN-30: Yâ hasreten alel ıbâd(ıbâdi), mâ ye’tîhim min resûlin illâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).30. Yazık o kullara! Kendilerine bir peygamber gelmezdi ki, onunla alay ediyor olmasınlar.
- 36/YÂSÎN-31: E lem yerev kem ehleknâ kablehum minel kurûni ennehum ileyhim lâ yerciûn(yerciûne).31. Kendilerinden önce nice nesilleri helâk ettiğimizi; onların artık kendilerine dönmeyeceklerini görmediler mi?
- 36/YÂSÎN-32: Ve in kullun lemmâ cemîun ledeynâ muhdarûn(muhdarûne).32. Onların hepsi de mutlaka toplanıp (hesap için) huzurumuza çıkarılacaklardır.
- 36/YÂSÎN-33: Ve âyetun lehumul ardul meyteh(meytetu), ahyeynâhâ ve ahrecnâ minhâ habben fe minhu ye’kulûn(ye’kulûne).33. Ölü toprak onlar için bir delildir. Biz, onu diriltir ve ondan taneler çıkarırız da onlardan yerler.
- 36/YÂSÎN-34: Ve cealnâ fîhâ cennâtin min nahîlin ve a’nâbin ve feccernâ fîhâ minel uyûn(uyûni).34,35. Meyvelerinden yesinler diye biz orada hurmalıklar, üzüm bağları var ettik ve içlerinde pınarlar fışkırttık. Bunları onların elleri yapmış değildir. Hâlâ şükretmeyecekler mi?
- 36/YÂSÎN-35: Li ye’kulû min semerihî ve mâ âmilethu eydîhim, e fe lâ yeşkurûn(yeşkurûne).34,35. Meyvelerinden yesinler diye biz orada hurmalıklar, üzüm bağları var ettik ve içlerinde pınarlar fışkırttık. Bunları onların elleri yapmış değildir. Hâlâ şükretmeyecekler mi?
- 36/YÂSÎN-36: Subhânellezî halakal ezvâce kullehâ mimmâ tunbitulardu ve min enfusihim ve mimmâ lâ ya’lemûn(ya’lemûne).36. Yerin bitirdiği şeylerden, insanların kendilerinden ve (daha) bilemedikleri (nice) şeylerden, bütün çiftleri yaratanın şanı yücedir.
- 36/YÂSÎN-37: Ve âyetun lehumul leyl(leylu), neslehu minhun nehâre fe izâ hum muzlimûn(muzlimûne).37. Gece de onlar için bir delildir. Gündüzü ondan çıkarırız, bir de bakarsın karanlık içinde kalmışlardır.
- 36/YÂSÎN-38: Veş şemsu tecrî li mustekarrin lehâ, zâlike takdîrul azîzil alîm(alîmi).38. Güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. Bu, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen Allah’ın takdiri (düzenlemesi)dir.
- 36/YÂSÎN-39: Vel kamere kaddernâhu menâzile hattâ âdekel urcûnil kadîm(kadîmi).39. Ayın dolaşımı için de konak yerleri (evreler) belirledik. Nihayet o, eğrilmiş kuru hurma dalı gibi olur.
- 36/YÂSÎN-40: Leş şemsu yenbegî lehâ en tudrikel kamere ve lel leylu sâbikun nehâr(nehâri), ve kullun fî felekin yesbehûn(yesbehûne).40. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.
- 36/YÂSÎN-41: Ve âyetun lehum ennâ hamelnâ zurriyyetehum fîl fulkil meşhûn(meşhûni).41. Onların soylarını dolu gemide taşımamız da onlar için bir delildir.
- 36/YÂSÎN-42: Ve halaknâ lehum min mislihî mâ yerkebûn(yerkebûne).42. Biz, onlar için o gemi gibi binecekleri nice şeyler yarattık.
- 36/YÂSÎN-43: Ve in neşe’ nugrıkhum fe lâ sarîha lehum ve lâ hum yunkazûn(yunkazûne).43. Biz istesek onları suda boğarız da kendileri için ne imdat çağrısı yapan olur, ne de kurtarılırlar.
- 36/YÂSÎN-44: İllâ rahmeten minnâ ve metâan ilâ hîn(hînin).44. Ancak tarafımızdan bir rahmet olarak ve bir süreye kadar daha yaşasınlar diye kurtarılırlar.
- 36/YÂSÎN-45: Ve izâ kîle lehumuttekû mâ beyne eydîkum ve mâ halfekum leallekum turhamûn(turhamûne).45. Onlara, “Önünüzde ve arkanızda olan şeylerden (dünya ve ahirette göreceğiniz azaplardan) sakının ki size merhamet edilsin” denildiğinde yüz çevirirler.
- 36/YÂSÎN-46: Ve mâ te’tîhim min âyetin min âyâti rabbihim illâ kânû anhâ mu’ridîn(mu’ridîne).46. Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmez ki ondan yüz çeviriyor olmasınlar.
- 36/YÂSÎN-47: Ve izâ kîle lehum enfikû mimmâ rezakakumullâhu kâlellezîne keferû lillezîne âmenû e nut’imu men lev yeşâullâhu at’ameh(at’amehu), in entum illâ fî dalâlin mubîn(mubînin).47. Onlara, “Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden Allah yolunda harcayın” denildiği zaman, inkâr edenler iman edenlere, “Allah’ın, dilemiş olsa kendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” derler.
- 36/YÂSÎN-48: Ve yekûlûne metâ hâzel va’du in kuntum sâdikîn(sâdikîne).48. “Eğer doğru söyleyenlerseniz, bu tehdit ne zaman gelecek?” diyorlar.
- 36/YÂSÎN-49: Mâ yenzurûne illâ sayhaten vâhıdeten te’huzuhum ve hum yahıssımûn(yahıssımûne).49. Onlar ancak, çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak korkunç bir ses bekliyorlar.
- 36/YÂSÎN-50: Fe lâ yestetîûne tavsiyeten ve lâ ilâ ehlihim yerciûn(yerciûne).50. Artık ne birbirlerine tavsiyede bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler.
- 36/YÂSÎN-51: Ve nufiha fîs sûri fe izâ hum minel ecdâsi ilâ rabbihim yensilûn(yensilûne).51. Sûra üfürülür. Bir de bakarsın, kabirlerden çıkmış, Rablerine doğru akın akın gitmektedirler.
- 36/YÂSÎN-52: Kâlû yâ veylenâ men beasenâ min merkadinâ, hâzâ mâ vaader rahmânuve sadakal murselûn(murselûne).52. Şöyle derler: “Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip mezarımızdan çıkardı? Bu, Rahman’ın vaad ettiği şeydir. Peygamberler doğru söylemişler.”
- 36/YÂSÎN-53: İn kânet illâ sayhaten vâhıdeten fe izâ hum cemîun ledeynâ muhdarûn(muhdarûne).53. Sadece korkunç bir ses olur. Bir de bakarsın, hepsi birden toplanıp huzurumuza çıkarılmışlardır.
- 36/YÂSÎN-54: Fel yevme lâ tuzlemu nefsun şey’en ve lâ tuczevne illâ mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).54. O gün kimseye, hiç mi hiç zulmedilmez. Size ancak işlemekte olduğunuz şeylerin karşılığı verilir.
- 36/YÂSÎN-55: İnne ashâbel cennetil yevme fî şugulin fâkihûn(fâkihûne).55. Şüphesiz cennetlikler o gün nimetlerle meşguldürler, zevk sürerler.
- 36/YÂSÎN-56: Hum ve ezvâcuhum fî zılâlin alel erâiki muttekiûn(muttekiûne).56. Onlar ve eşleri gölgelerde koltuklara yaslanmaktadırlar.
- 36/YÂSÎN-57: Lehum fîhâ fâkihetun ve lehum mâ yeddeûn(yeddeûne).57. Onlar için orada meyveler vardır. Onlar için diledikleri her şey vardır.
- 36/YÂSÎN-58: Selâmun kavlen min rabbin rahîm(rahîmin).58. Çok merhametli olan Rab’den bir söz olarak (kendilerine) “Selâm” (vardır).
- 36/YÂSÎN-59: Vemtâzûl yevme eyyuhel mucrimûn(mucrimûne).59. (Allah, şöyle der: ) “Ey suçlular! Ayrılın bu gün!”
- 36/YÂSÎN-60: E lem a’had ileykum yâ benî âdeme en lâ ta’budûş şeytân(şeytâne), innehu lekum aduvvun mubîn(mubinun).60,61. “Ey Âdemoğulları! Ben, size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?”
- 36/YÂSÎN-61: Ve eni’budûnî, hâzâ sırâtun mustekîm(mustekîmun).60,61. “Ey Âdemoğulları! Ben, size, şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?”
- 36/YÂSÎN-62: Ve lekad edalle minkum cibillen kesîrâ(kesîran), e fe lem tekûnû ta’kılûn(ta’kılûne).62. “Andolsun, o sizden pek çok nesli saptırmıştı. Hiç düşünmüyor muydunuz?”
- 36/YÂSÎN-63: Hâzihî cehennemulletî kuntum tûadûn(tûadûne).63. “İşte bu, tehdit edildiğiniz cehennemdir.”
- 36/YÂSÎN-64: Islevhel yevme bimâ kuntum tekfurûn(tekfurûne).64. “İnkâr ettiğinizden dolayı bugün girin oraya!”
- 36/YÂSÎN-65: El yevme nahtimu alâ efvâhihim ve tukellimunâ eydîhim ve teşhedu erculuhum bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).65. O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder.
- 36/YÂSÎN-66: Ve lev neşâu le tamesnâ alâ a’yunihim festebekûs sırâta fe ennâ yubsırûn(yubsırûne).66. Eğer dileseydik, onların gözlerini büsbütün kör ederdik de (bu hâlde) yola koyulmak için didişirlerdi. Fakat nasıl görecekler ki?!
- 36/YÂSÎN-67: Ve lev neşâu le mesahnâhum alâ mekânetihim fe mâstetâû mudiyyen ve lâ yerciûn(yerciûne).67. Yine eğer dileseydik, oldukları yerde başka yaratıklara dönüştürürdük de ne ileri gidebilirler, ne geri dönebilirlerdi.
- 36/YÂSÎN-68: Ve men nuammirhu nunekkishu fîl halk(halkı), e fe lâ ya’kılûn(ya’kılûne).68. Kime uzun ömür verirsek, onu yaratılış itibariyle tersine çeviririz (gücünü azaltırız). Hâlâ düşünmeyecekler mi?
- 36/YÂSÎN-69: Ve mâ allemnâhuş şi’re ve mâ yenbagî leh(lehu), in huve illâ zikrun ve kur’ânun mubîn(mubînun).69. Biz, o Peygamber’e şiir öğretmedik. Bu, ona yaraşmaz da. O(na verdiğimiz) ancak bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır.
- 36/YÂSÎN-70: Li yunzire men kâne hayyen ve yehıkkal kavlu alel kâfirîn(kâfirîne).70. (Aklen ve fikren) diri olanları uyarması ve kâfirler hakkındaki o sözün (azabın) gerçekleşmesi için Kur’an’ı indirdik.
- 36/YÂSÎN-71: E ve lem yerev ennâ halaknâ lehum mimmâ amilet eydînâ en’âmen fe hum lehâ mâlikûn(mâlikûne).71. Görmediler mi ki, biz onlar için, ellerimizin (kudretimizin) eseri olan hayvanlar yarattık da onlar bu hayvanlara sahip oluyorlar.
- 36/YÂSÎN-72: Ve zellelnâhâ lehum fe minhâ rakûbuhum ve minhâ ye’kulûn(ye’kulûne).72. Biz, o hayvanları kendilerine boyun eğdirdik. Onlardan bir kısmı binekleridir, bir kısmını da yerler.
- 36/YÂSÎN-73: Ve lehum fîhâ menâfiu ve meşârib(meşâribu), e fe lâ yeşkurûn(yeşkurûne).73. Onlar için bu hayvanlarda (daha pek çok) yararlar ve içecekler vardır. Hâlâ şükretmeyecekler mi?
- 36/YÂSÎN-74: Vettehazû min dûnillâhi âliheten leallehum yunsarûn(yunsarûne).74. Belki kendilerine yardım edilir diye Allah’ı bırakıp da ilâhlar edindiler.
- 36/YÂSÎN-75: Lâ yestetîûne nasrahum ve hum lehum cundun muhdarûn(muhdarûne).75. Onlar, ilâhlar için (hizmete) hazır asker oldukları hâlde, ilâhlar onlara yardım edemezler.
- 36/YÂSÎN-76: Fe lâ yahzunke kavluhum, innâ na’lemu mâ yusirrûne ve mâ yu’linûn(yu’linûne).76. (Ey Muhammed!) Artık onların sözü seni üzmesin. Çünkü biz, onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da biliyoruz.
- 36/YÂSÎN-77: E ve lem yerel insânu ennâ halaknâhu min nutfetin fe iza huve hasîmun mubîn(mubînun).77. İnsan, bizim, kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir.
- 36/YÂSÎN-78: Ve darebe lenâ meselen ve nesiye halkah(halkahu), kâle men yuhyil izâme ve hiye remîm(remîmun).78. Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki: “Çürümüşlerken kemikleri kim diriltecek?”
- 36/YÂSÎN-79: Kul yuhyîhellezî enşeehâ evvele merreh(merretin), ve huve bi kulli halkın alîm(alîmun).79. De ki: “Onları ilk defa var eden diriltecektir. O, her yaratılmışı hakkıyla bilendir.”
- 36/YÂSÎN-80: Ellezî ceale lekum mineş şeceril ahdarinâren fe izâ entum minhu tûkıdûn(tûkıdûne).80. O, sizin için yeşil ağaçtan ateş yaratandır. Şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz.
- 36/YÂSÎN-81: E ve leysellezî halakas semâvâti vel arda bi kâdirin alâ en yahluka mislehum, belâ ve huvel hallâkul alîm(alîmu).81. Gökleri ve yeri yaratan Allah’ın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi? Evet yeter. O, hakkıyla yaratandır, hakkıyla bilendir.
- 36/YÂSÎN-82: İnnemâ emruhû izâ erâde şey’en en yekûle lehu kun fe yekûn(yekûnu).82. Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.
- 36/YÂSÎN-83: Fe subhânellezî bi yedihî melekûtu kulli şey’in ve ileyhi turceûn(turceûne).83. Her şeyin hükümranlığı elinde olan Allah’ın şanı yücedir! Siz yalnız O’na döndürüleceksiniz.
Kaynak: Diyanet İşleri Meali (Yeni)
Yâsîn Suresi (Hayrat Neşriyat Meali)
Yasin suresi mekkî olup, 83 ayettir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1. Yâ, Sîn.(1)
(1) Yâ-sîn, “Ey insan!” demektir ki, murâdın Resûl-i Ekrem (asm) olduğu bildirilmektedir. Bu sûre, fazîletine binâen ve onu okuyanların kalbini nurlandırdığı için ‘Kur’ân’ın kalbi’ diye isimlendirilmiştir. (Nesefî, c. 4, 5)
2. Hikmetli Kur’ân’a yemîn olsun!
3. Şübhesiz ki sen, elbette peygamberlerdensin.(2)
(2)“Şu kasem (yemîn) işâret eder ki, risâletin hücceti (delîli) o derece yakīnî (kat‘î) ve haktır ki, hakkāniyette (doğrulukta) makām-ı ta‘zim ve hürmete (büyükleyip hürmet gösterilecek bir makāma) çıkmış ki, onunla kasem ediliyor. İşte şu işâret ile der: ‘Sen resûlsün. Çünki senin elinde Kur’ân var.’ Kur’ân ise, haktır ve Hakk’ın kelâmıdır.” (Zülfikār, 25. Söz, 16-17)
4. Dosdoğru bir yol üzerinde(sin).(3)
(3)“Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hılkaten (yaratılış olarak) en mu‘tedil (orta hâlli) bir vaziyette ve en mükemmel bir sûrette halk edildiğinden (yaratıldığından), harekât ve sekenâtı (sükûneti), i‘tidâl ve istikāmet üzerine gitmiştir. Siyer-i Seniyesi (yaşadığı yüksek ahlâkı), kat‘î bir sûrette gösterir ki, her hareketinde istikāmet ve i‘tidâl üzerine gitmiş, ifrat ve tefritten (aşırı ileri gitmek ve aşırı geri kalmaktan)ictinâb etmiştir (kaçınmıştır). Evet Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, فاَسْتَقِمْ كَمآَ اُمِرْتَ[Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!] emrini tamâmıyla imtisâl ettiği (yerine getirdiği) için, bütün ef‘âl (fiiller) ve akvâl (sözler) ve ahvâlinde (hâllerinde) istikāmet, kat‘î bir sûrette görünüyor.” (Lem‘alar, 11. Lem‘a, 61-62)
5. (Bu Kur’ân) Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Rahîm (çok merhametli olan Allah)’ın tenzîli (parça parça indirmesi)dir.
6. Tâ ki, (fetret devrinde) babaları korkutulmamış, kendileri de gaflet içinde (kalmış)kimseler olan bir kavmi korkutasın!
7. Celâlim hakkı için, onların çoğunun üzerine (azab husûsundaki) söz hak olmuştur; artık onlar (küfürlerindeki inadları sebebiyle) îmân etmezler.
8. Muhakkak ki biz onların boyunlarına halkalar geçirdik; öyle ki o (demir halkalar)çenelerine kadar (dayanmış)tır; bu yüzden onlar başları yukarı kalkık kimselerdir.
9. (İsyanlarındaki ısrarları yüzünden) önlerinden bir sed, arkalarından da bir sed çektik de onları(n gözlerini) perdeledik; artık onlar görmezler.
10. (Habîbim, yâ Muhammed!) Onları korkutsan da, korkutmasan da onlar için birdir; îmân etmezler.
11. (Sen,) ancak Zikr’e (Kur’ân’a) tâbi’ olan ve gıyâben (görmediği hâlde)Rahmân’dan korkan kimseyi korkutabilirsin! İşte onu bir mağfiret ve güzel bir mükâfâtla(Cennetle) müjdele!
12. Şübhe yok ki ölüleri ancak biz diriltiriz! Hem önceden işledikleri (amelleri)ni ve(geride bıraktıkları) eserlerini yazarız. Ve (olmuş, olacak) herşeyi apaçık beyân eden bir kitabda (Levh-i Mahfûz’da) kaydetmişizdir.
13. Onlara şu şehir (Antakya) halkını misâl getir! Hani oraya (Îsâ’nın gönderdiği) elçiler gelmişti.
14. O vakit onlara o iki (elçi)yi göndermiştik de o ikisini yalanladılar; bunun üzerine(onları) üçüncü (bir elçi) ile takviye ettik de (onlar:) “Gerçekten biz size gönderilmiş elçileriz” dediler.
15. (Şehir halkı:) “Siz de ancak bizim gibi bir(er) insansınız; hem Rahmân hiçbir şey indirmemiştir; siz ancak yalan söylüyorsunuz” dediler.
16. (Elçiler) dediler ki: “Rabbimiz biliyor ki, şübhesiz biz, gerçekten size gönderilmiş elçileriz.”
17. “Ve bize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir.”
18. (Şehir halkı:) “Doğrusu biz, sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Yemîn olsun ki, eğer (bu söylediklerinizden) vazgeçmezseniz sizi mutlaka taşla(yarak öldürü)rüz ve bizden size gerçekten elemli bir azab dokunur” dediler.
19. (Elçiler:) “Uğursuzluğunuz sizinle berâberdir. Size nasîhat verildiği için mi(uğursuzluk sayıyorsunuz)? Hayır! Siz haddi aşan bir kimseler topluluğusunuz” dediler.
20. Derken şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi; dedi ki: “Ey kavmim! (Bu)elçilere uyun!”(4)
(4)Burada zikredilen koşarak gelen zâtın Habîbü’n-Neccâr olduğunu, tefsirlerin birçoğu beyân etmektedir. Kavmi olan Antakya halkını uyarması üzerine şehîd edilen bu mübârek insan, Hz. Muhammed(asm)’in vasıflarını ve peygamberlikle gönderileceğini bildirmiş ve kendisine îmân etmişti. (Rahmetullâhi aleyh)(Celâleyn Şerhi, c. 6, 282)
21. “Sizden (tebliğlerine karşılık hiç)bir ücret istemeyen (bu) kimselere tâbi’ olun; çünki onlar hidâyete ermiş kimselerdir.”
22. “Hem ben neden, beni yaratana ibâdet etmeyeyim? Hâlbuki (hepiniz) ancak O’na döndürüleceksiniz.”
23. “Hiç (ben), O’ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahmân (olan Allah), bana bir zarar (vermek) istese, onların şefâati bana bir fayda vermez ve beni kurtaramazlar.”(5)
(5)“Allah birdir. Başka şeylere mürâcaat edip yorulma! Onlara tezellül edip (önlerinde alçalıp) minnet çekme! Onlara temelluk edip (yaltaklanıp) boyun eğme! Onların arkasına düşüp zahmet çekme! Onlardan korkup titreme! Çünki Sultân-ı Kâinât birdir, herşeyin anahtarı O’nun yanında, herşeyin dizgini O’nun elindedir; herşey O’nun emriyle hâlledilir. O’nu bulsan, her matlûbunu (istediğini) buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.” (Asâ-yı Mûsâ, 10. Hüccet-i Îmâniye, 185)
24. “Şübhesiz ki o zaman ben, elbette apaçık bir dalâlet içinde olurum.”
25. “Doğrusu ben, sizin Rabbinize îmân ettim; artık beni dinleyin!”
26,27. (Kavmi ise onu taşa tuttular ve öldürdüler de kendisine:) “Cennete gir!” denildi. (O da:) “Keşke Rabbimin bana mağfiret ettiğini ve beni ikrâm edilenlerden kıldığını kavmim bilselerdi!” dedi.
28. Ondan sonra (Habîbü’n-Neccar’ın öldürülmesinin ardından) onun kavminin üzerine gökten hiçbir ordu indirmedik; indirici kimseler de değildik.
29. (Onların cezâsı) sâdece (korkunç) bir ses oldu; öyleki onlar (hayat cihetiyle) o anda sönüveren kimseler kesildiler!
30. Yazıklar olsun o kullara! Kendilerine ne zaman bir peygamber gelse, mutlaka onunla alay ederlerdi.
31. Görmediler mi ki, kendilerinden önce nice nesilleri (böyle zulümleri sebebiyle) helâk ettik; muhakkak ki onlar (bir daha) kendilerine dönüp gelmezler.
32. (Onlar, mahşer günü) hep birlikte ancak huzûrumuzda hazır bulundurulan kimseler olarak, toplanacak olanlardır.
33. Hâlbuki o ölü yeryüzü de (öldükten sonra dirilme husûsunda) kendileri için bir delildir. (Biz) onu dirilttik ve ondan dâneler çıkardık da bundan yiyorlar.
34. Hem orada hurmalıklardan ve üzüm bağlarından nice bahçeler yaptık(1) ve orada gözelerden (pınarlar) akıttık.
(1)Bakınız; (sahîfe 267, hâşiye 1)
35. Tâ ki onun mahsûlünden yesinler! Hâlbuki onu (o mahsulü) elleri yapmamıştır. Hâlâ şükretmeyecekler mi?
36. Pek münezzehtir O (Allah) ki, yerin bitirmekte olduklarından ve (insanların)kendilerinden ve bilemeyecekleri şeylerden (nice) çiftleri, onların hepsini yaratmıştır.
37. Onlar için (kudretimize) bir delil de gecedir. Ondan gündüzü soyup alırız; bir de bakarsın ki, onlar karanlıkta kalıvermiş kimseler olurlar.
38. Güneş de kendine mahsus bir yörünge içinde akıp gider. Bu, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Alîm (herşeyi hakkıyla bilen Allah)’ın takdîridir.
39. Aya da (kendi yörüngesinde birtakım) menziller takdîr ettik; nihâyet (bir menzilinde de eğrilmiş) eski hurma dalı gibi olmuştur.(6)
(6)“Evet kamerin (ayın) takdîri ve tedvîri (vazîfelendirilmesi ve döndürülmesi) ve tedbîr ve tenvîri(aydınlatılması) ve zemîne ve güneşe karşı gāyet dakīk (ince) bir hesabla vaziyetleri, o kadar hayret-fezâ(hayret verici), o derece hârikadır ki, onu öyle tanzîm eden ve takdîr eden bir Kadîr’e (sonsuz kudret sâhibine) hiçbir şey ağır gelmez. ‘Onu öyle yapan, herşeyi yapabilir!’ fikrini, temâşâ eden (seyreden) her bir zîşuûra (şuûr sâhibine) ders verir.
Hem öyle bir tarzda güneşi ta‘kīb ediyor ki, bir sâniye kadar yolunu şaşırmıyor, zerre kadar vazîfesinden geri kalmıyor. Dikkatle bakana: سُبْحاَنَ مَنْ تَحَيَّرَ ف۪ي صُنْعِهِ الْعُقُولُ [Akılların, san‘atında hayran kaldığı Zât(olan Allah, her türlü noksanlıktan) münezzehtir] dedirtiyor. Husûsan Mayısın âhirinde (sonunda) olduğu gibi, bazı vakitte ince hilâl şeklinde Süreyyâ (takım yıldızlarının) menziline girdiği vakit, hurma ağacının eğilmiş beyaz bir dalı sûretini ve Süreyyâ bir salkım sûretini gösterdiğinden, o yeşil semâ perdesi arkasında, hayâle nûrânî (nûrlu) büyük bir ağacın vücûdunu (varlığını) tahayyül (hayâl) ettirir. Güyâ o ağaçtan bir dalının bir sivri ucu, o perdeyi delmiş, bir salkımıyla berâber başını çıkarmış, Süreyyâ ve Hilâl olmuş ve sâir yıldızlar da o gaybî(görünmez) ağacın meyveleri olduğunu hayâle telkīn eder. İşte كاَلْعُرْجُونِ الْقَد۪يمِ*[Eski hurma dalı gibi] teşbîhinin (benzetmesinin) letâfetini (güzelliğini), belâğatını (ifâdesindeki hârikalığı) gör!” (Mektûbât, 3. Mektûb, 12)
40. Ne güneşin aya yetişmesi (ona çarpması) kendisine (takdîr edilen nizâma) lâyıktır, ne de gece, gündüzü geride bırakıcıdır. Çünki her biri (bir itâat ve heybet altında ayrı) bir yörüngede yüzerler.
41. Yine onlar için (kudretimize) bir delildir ki, gerçekten biz zürriyetlerini o dolu gemide taşıdık.
42. Ve onlar için bunun gibi binecekleri (daha nice) şeyleri (vâsıtaları) yarattık.
43. Hâlbuki dilersek onları suda boğarız; o zaman ne kendilerine imdâd eden olur, ne de onlar kurtarılırlar.
44. Ancak tarafımızdan bir rahmet ve bir zamâna kadar (dünyadan) faydalandırma müstesnâ.
45. Hem onlara: “Önünüzdekinden ve arkanızdakinden (dünya ve âhiret azâbından)sakının; tâ ki merhamet olunasınız” denildiği zaman (yüz çevirirler).
46. Ve onlara ne zaman Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelse, mutlaka ondan yüz çevirici kimseler olmuşlardır.
47. Kendilerine: “Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden (siz de O’nun yolunda) sarf edin!” denildiğinde ise o inkâr edenler, îmân edenlere dedi(ler) ki: “Allah dileyecek olsaydı kendisini doyuracağı bir kimseyi, (biz) mi doyuracağız? Doğrusu siz ancak apaçık bir dalâlet içindesiniz.”
48. Hem, “Eğer (iddiânızda) doğru kimseler iseniz, bu va’d (edilen kıyâmet) ne zaman?” diyorlar.
49. Onlar, birbirleriyle çekişip dururken kendilerini (ansızın) yakalayacak olan (korkunç)bir sesten (sûra birinci üfürülüşten) başkasını beklemiyorlar.
50. Artık (onların), ne bir tavsiyeye güçleri yeter, ne de âilelerine dönebilirler!
51. Ve sûra (ikinci def’a) üfürülmüştür de bakarsın ki onlar kabirlerinden (kalkıp)Rablerine koşuyorlar!
52. Derler ki: “Eyvâh bize! Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? Bu, Rahmân’ın va’d ettiği şeydir; demek peygamberler doğru söylemiş!”
53. (O) sâdece (korkunç) bir sestir; onlar hemen o anda huzûrumuzda hazır bulundurulan kimseler olarak, toplanacak olanlardır.(7)
(7)“Bahar mevsiminde birkaç gün zarfında, nev‘-i beşerin (insanların) umûmundan bin def‘a ziyâde olan umum ağaçların bütün yaprakları, evvelki baharın aynı gibi birden mükemmel inşâ edilmeleri ve yine umum ağaçların umum çiçekleri ve meyveleri ve yaprakları, geçen baharın mahsûlâtı gibi, berk (şimşek) sür‘atinde îcâdları (yaratılmaları), hem o baharın mebde’leri (başlangıçları) olan hadsiz tohumcukların, çekirdeklerin, köklerin, birden berâber intibahları (uyanmaları) ve inkişâfları (büyümeleri) ve ihyâları (diriltilmeleri), hem kemiklerden ibâret olarak ayakta duran emvât (ölüler) gibi bütün ağaçların cenâzeleri bir emir ile def‘aten(âniden) بَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ [Öldükten sonra dirilme]’ye mazhariyetleri ve neşirleri, hem küçücük hayvanât tâifelerinin hadsiz efradlarının gāyet derecede san‘atlı bir sûrette ihyâları, hem bilhassa sinekler kabîlelerinin haşirleri (yeniden diriltilmeleri) ve bilhassa dâimâ yüzlerini, gözlerini ve kanatlarını temizlemekle bize abdesti ve nezâfeti (temizliği) ihtâr eden ve yüzümüzü okşayan gözümüzün önündeki sinek kabîlesinin bir senede neşrolan efrâdı (çoğaltılan ferdleri), benî-Âdemin (Âdemoğullarının) Âdem zamânından beri gelen umum efrâdından daha fazla olduğu hâlde, her baharda sâir kabîleleriyle berâber birkaç gün zarfında inşâları, ihyâları, haşirleri elbette kıyâmette ecsâd-ı insâniyenin (insan cesedlerinin) inşâsına bir misâl değil, belki binler misâldirler.” (Şuâ‘lar, 2. Şuâ‘, 32)
54. Artık o gün hiç kimse (en küçük) bir haksızlığa uğratılmaz ve ancak yapmakta olduğunuzun karşılığını görürsünüz.
55. Şübhesiz ki Cennet ehli, o gün (pek güzel) bir meşgûliyet içinde zevk eden kimselerdir.
56. Onlar ve hanımları, (artık o gün) gölgelerde tahtlar üzerinde (oturup) yaslanmış olanlardır.
57. Onlar için orada, meyveler ve kendileri için ne istiyorlarsa vardır.
58. Çok merhametli Rab’den (onlara) hitâben (bir de) selâm vardır.
59. Ve (o gün müşriklere de denilir ki): “Ey günahkârlar! Bugün (mü’minlerden)ayrılın!”
60,61. “Ey Âdemoğulları! (Ben) size: ‘Şeytana kulluk etmeyin! Çünki o size apaçık bir düşmandır ve bana kulluk edin! Bu dosdoğru bir yoldur’ diye (tavsiye ederek) ahdetmedim mi?”
62. “Böyle iken, yemîn olsun ki (şeytan), içinizden birçok nesilleri dalâlete sevk etmiştir. Hiç mi akıl erdirmiyordunuz?”
63. “(İşte) bu, va’d olunageldiğiniz Cehennemdir!”
64. “İnkâr etmekte olduğunuzdan dolayı bugün girin oraya!”
65. O gün onların ağızlarını mühürleriz de bize elleri söyler ve neler kazanıyor idiyseler ayakları şâhidlik eder!(8)
(8)“Eğer insan, enâniyetine (benliğine) istinâd edip (dayanıp) hayât-ı dünyeviyeyi gāye-i hayâl (asıl maksad) ederek derd-i maîşet (geçim derdi) içinde muvakkat (geçici) bazı lezzetler için çalışsa, gāyet dar bir dâire içinde boğulur gider. Ona verilen bütün cihâzât (cihazlar) ve âlât (âletler) ve letâif (duygular), ondan şikâyet ederek haşirde (kıyâmet gününde) onun aleyhinde şehâdet (şâhidlik) edeceklerdir. Ve da‘vâcı olacaklardır.” (Sözler, 23. Söz, 113)
66. Hâlbuki dileseydik, onların gözlerini büsbütün kör ederdik de yolda koşuşup kalırlardı; o hâlde nasıl görecekler(di)?
67. Ve dileseydik, (en dirâyetli) oldukları(nı zannettikleri) yerde onların şekillerini(çirkin bir sûrete) elbette değiştirirdik de (bundan kurtulmak için), ne ileri gitmeye güçleri yeter, ne de geri dönebilirlerdi.
68. Hem kimi çok yaşatırsak, onu yaratılışta tersine çeviririz (yaşlandıkça gücünü, aklını azaltırız). Hiç akıl erdirmiyorlar mı?
69. Ve ona (o Resûlümüze), şiir öğretmedik; (bu) ona yaraşmazdı da.(9) Doğrusu o, ancak bir nasîhattir ve apaçık beyân eden bir Kur’ân’dır.
(9)“Kur’ân-ı Hakîm, nihâyetsiz parlak, yüksek hakīkatleri câmi‘ olduğundan, şiir hayâlâtından müstağnîdir(uzaktır). Evet Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân’ın (ifâdesi dahi mu‘cize olan Kur’ân’ın) (…) manzum (şiir) olmadığının diğer bir sebebi de budur ki: Âyetlerinin her bir necmi (yıldız gibi her bir âyeti), vezin (ölçü) kaydı altına girmeyip, tâ ekser âyetlere bir nevi‘ merkez olsun ve kardeşi olsun ve mâbeynlerinde (aralarında) mevcud münâsebet-i ma‘neviyeye (ma‘nevî alâkalara) râbıta (bağ) olmak için, o dâire-i muhîta (geniş dâire) içindeki âyetlere birer hatt-ı münâsebet (birer irtibat hattı) teşkîl etsin. Güyâ serbest her bir âyetin, ekser âyetlere bakar birer gözü, müteveccih (yönelmiş) birer yüzü var. Kur’ân içinde binler Kur’ân bulunur ki, her bir meşreb(husûsî ahlâk) sâhibine birisini verir. (…) وَماَ يَنْبَغ۪ي لَهُ [(Bu) ona yaraşmazdı da] sırrını da bununla anla ki: Şiirin şe’ni (gereği); küçük ve sönük hakīkatleri, büyük ve parlak hayâllerle süslendirip beğendirmek ister. Hâlbuki Kur’ân’ın hakīkatleri; o kadar büyük, âlî (yüksek), parlak ve revnakdârdır (güzeldir) ki, en büyük ve parlak hayâl, o hakīkatlere nisbet edilse, gāyet küçük ve sönük kalır.” (Sözler, 13. Söz)
70. Tâ ki hayatta olanları (Allah’ın azâbıyla) korkutsun, kâfirlerin üzerine ise (azab husûsundaki) söz hak olsun!
71. Görmediler mi ki, şübhesiz biz kudretimizin yaptıklarından, onlar için nice hayvanlar yarattık da onlar bunlara sâhib olmuş kimselerdir.
72. Hem bunları kendilerine boyun eğdirdik de, onların bir kısmı binekleridir, bir kısmından da yerler.
73. Hem bunlarda kendileri için (daha birçok) menfaatler ve içecekler vardır. Hâlâ şükretmezler mi?
74. Ve (güyâ) belki kendilerine yardım edilir diye Allah’dan başka ilâhlar edindiler.
75. (O ilâhlar,) onlara yardıma güç yetiremezler; bil’akis kendileri onlar(ı muhâfaza)için hazırlanmış askerlerdir.
76. (Habîbim, yâ Muhammed!) Öyle ise onların sözü, seni üzmesin! Şübhesiz ki biz,(onlar) neyi gizlerler ve neyi açıklarlarsa biliriz.
77. Hem o insan görmedi mi, gerçekten biz kendisini nutfeden (hakir bir damla sudan süzülmüş hulâsadan) yarattık! Buna rağmen bakarsın ki o apaçık bir hasım (kesilmiş)tir.
78. Kendi yaratılışını unuttu da bize bir misâl getirdi: “Onlar çürümüş olduğu hâlde, şu kemikleri kim diriltecek?” dedi.
79. De ki: “Onları ilk def’a yaratan, (yine) onları diriltecek! Çünki O, her türlü (mahlûku ve onları) yaratmayı hakkıyla bilendir.”
80. O ki, size yeşil ağaçtan bir ateş yaptı da, işte siz ondan yakıp duruyorsunuz.(10)
(10)“(Âyet) اَلشَّجَرُالْأَخْضَرُ*[yeşil ağaç] kelimesiyle remzen (işâretle) der: ‘Ey haşri (öldükten sonra dirilmeyi) inkâr eden adam! Ağaçlara bak! Kışta ölmüş, kemikler gibi hadsiz ağaçları baharda dirilten, yeşillendiren, hattâ her bir ağaçta yaprak ve çiçek ve meyve cihetiyle üç haşrin nümûnelerini gösteren bir Zât’a karşı inkâr ile, istib‘âd (akıldan uzak görmek) ile kudretine meydan okunmaz!’ Sonra bir delîle daha işâret eder, der: ‘Size ağaç gibi kesîf (sert), sakīl (ağır), karanlıklı bir maddeden ateş gibi latîf (ince), hafif, nûrânî bir maddeyi çıkaran bir Zât’tan, odun gibi kemiklere ateş gibi bir hayat ve nûr gibi bir şuûr vermeyi nasıl istib‘âd ediyorsunuz?’
Sonra bir delîle daha tasrîh eder (açıklar) der ki: ‘Bedevîler (göçebeler) için kibrit yerine ateş çıkaran meşhur ağacın, yeşil iken iki dalı birbirine sürüldüğü vakit ateşi yaratan ve rutûbetiyle yeşil ve harâretiyle kuru gibi iki zıd tabîatı (hâli) cem‘ edip (bir araya getirip), onu buna menşe’ (kaynak) etmekle her bir şey, hattâ anâsır-ı asliye (esas unsurlar) ve tabâyi‘-i esâsiye (temel maddeler), onun emrine bakar, onun kuvvetiyle hareket eder, hiçbirisi başıboş olup tabîatla (kendiliğinden) hareket etmediğini gösteren bir Zât’tan, topraktan yapılan ve sonra toprağa dönen insanı, topraktan yeniden çıkarması istib‘âd edilmez. İsyân ile ona meydan okunmaz!’ ” (Zülfikār, 25. Söz, 31-32)
81. Gökleri ve yeri yaratan, onların (o insanların) benzerini de yaratmaya kadir değil midir? Evet (kadirdir)! Çünki O, Hallâk (herşeyi çokça yaratan)dır, Alîm (hakkıyla bilen)dir.
82. Bir şeyi(n olmasını) dilediği zaman, O’nun emri, ona sâdece “Ol!” demektir, (o da)hemen oluverir.(11)
(11) Herşeyin “ol” emriyle oluvermesi hakkında bakınız; (Mektûbât, 20. Mektûb, 76-85)
83. İşte münezzehtir O (Allah) ki, herşeyin melekûtu (gerçek mülkü ve tasarrufu)O’nun elindedir ve ancak O’na döndürüleceksiniz.
Kaynak: kuranmeali.com
Yasin Suresi Arapça Video Tilaveti
!! MEALİ GÖRMEK İÇİN LÜTFEN CC (YANİ ALTYAZI) DÜĞMESİNİ AÇINIZ. YANİ, KAPALI İSE ALTYAZIYI (CC) AÇIN.
Yasin Suresi Hakkında Ayrıntılar >>