Tevafuklu Kur’an Nedir?
Tevafuklu Kuran, Kuran’daki mucizevi hizalanma ile ilgilidir. “Tevafuk, iki şeyin birbirine uygun ve denk gelmesi demektir. Özellikle tesadüfe, başı boşluğa verilme ihtimali olmayan ve arkasında İlâhî bir kasıt ve iradenin varlığı hissedilen denk gelmelere “tevafuk” denir.” [1]
Tevafuk nedir? “Kuran’daki tevafuk mucizesi” ne demektir?
“Kur’an’daki tevafuk mucizesi ise, Kur’an’da bulunan toplam 2806 adet “Allah” lafzının bazı müstesnalar hariç birbiriyle tevafuk etmesidir.
Kur’an’ın 604 sayfasının çoğunda “Allah” lafzı mükerrer olarak geçmektedir. Rab, Kur’an ve Resul kelimelerinde de aynı tevafuk olduğu gibi daha başka tevafuk çeşitleri de vardır.
Bu lafızlar, har sayfada ya alt alta, ya karşılıklı sayfalarda üst üste, ya da bir yaprağın iki sayfasında sırt sırta gelerek, ya da sayfalar arasında birbirine tevafuk etmektedir.” [1]

“İki varlığın uyumluluğu ve tesadüfü olarak tanımlanan Tawafuq, bilimsel alanda kullanılan yeni bir terimdir. Kur’an-ı Kerim’in, kendisinden alınan ölçü kriterleri kullanılarak sayfa ve çizgi sisteminin oluşturulduğu ortak el yazısı biçimine ayetberkenar Mushaf denir. Bu form, Kuran’ı ezberleme, okuma ve el yazısıyla yazmada büyük kolaylıklar sağlar. İlk kez XX. yüzyılın ortalarında el yazısıyla yazılan Mushaf’ı tavafük ile el yazısıyla yazmanın amacı, gözlere hitap eden Kur’an’ın anlamını anlamayan müştereklere harika bir görsel tat sunmaktır. Tavafuklu sözler sadece bir i’jaz zekâsı değil, i’jaz’ı destekler ve harika tavafuklar sıradan tesadüfler olmadıkları için Kuran’a ait mucizelerdir.”
İşte Kuran’daki Allah’ın isimleri için bir [6]örnek.

Kuran’da Tevafuku Kim Buldu? Tevafuklu Kur’ân Yazma Fikri Nasıl Çıktı?
Bediüzzaman Said Nursi, Hafız Osman’ın el yazısıyla kaleme aldığı Kur’an-ı Kerim’de “Allah” kelimesinin tavafuklu olduğunu fark etmiştir.
“Kur’an’ın yazısında olan bu mucizesini, ilk olarak geçen asırda Üstad Bediüzzaman Hazretleri keşfetmiştir. Maddeci dinsiz felsefenin insanları derinden etkilediği ve akılları gözlerine inmiş ve görmediğine inanmayan veya inanmakta zorlanan insanların yaşadığı böyle bir asırda, Kur’an’ın gözlere hitap eden tevafuk mucizesinin ortaya çıkması gayet manidardır ve tamamen Allah’ın bir lütfudur. Bu konuya dair Bediüzzaman Hazretleri mealen şunları söyler:
“Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan’ın mucizelik yönlerinden göz ile görünecek kısmının beş altı veçhinden bir vechini gösterecek yeni bir Kur’an Elhamdülillah yazıldı. Ümmetçe Hafız Osman hattıyla makbul Kur’an’ın aynı sayfalarını ve satırlarını muhafaza etmekle beraber. Allah lafzı Kur’an’da toplam 2806 defa tekerrür ettiği halde nâdir ve nükteli müstesnalar hariç kalıp geri kalanı tevafuk ettiğini anladık. Sayfa ve satırlarını değiştirmedik. Yalnız tanzim ettik. O tanzimden harika bir tevafuk ortaya çıktı. Yazdığımız Kur’an’ın parçalarını bir kısım ehl-i kalp görmüş, Levh-i Mahfuz hattına yakın olduğunu kabul etmişler.” (Bkz. Mektubat, Fihriste-i Mektubat ve Rumuzat-ı Semaniye)” [1]
Bediüzzaman Said Nursi şöyle demiştir:
“Bu Hafız Osman hattıyla yazılan aynı Kur’an’ı tetkik ettik. Başta Lafzullâh olarak gayet manidar tevâfukât-ı gaybiyeyi gördük. Ben kendi Kur’an’ımda o tevâfukâta birer birer işaret koydum. Dikkat ettik ki satırlar ve âyetler ortasındaki fasılalar intizamsız olduğu için tevâfukâtı kısmen bozmuş. Onunla beraber bize kanaat geldi ki; tevâfuk matlubdur. Çünkü tekrar eden kelimat üstünde tekrardan gelen kusuru izale edecek bir ziynet ve bir güzelliktir. Ve anladık ki: Sahife ve satırları değiştirmemekle beraber tekellüfsüz o tevâfukât-ı matlube bir derece gösterilebilir. Ve onu göstermekle Hatt-ı Kur’aniye bir zevk bir şevk uyandıracak ve göz ile görünecek on emarat-ı i’câziyeden bir emare izhar edilecek niyeti ile hizmet-i Kur’aniyedeki arkadaşlarımı meşveret ve muavenete davet ederek bu mes’eleyi nazarlarına arzediyorum.” [9]
Aşağıdaki şekilde (solda), Hasan Rıza Mushafı’ndan Hafız Osman üslubuna göre 64. sayfa. Bedüzzaman, kendi bu mushafı üzerinde lafzullah kelimelerine işaret koydu. Hamid Aytaç Mushaf’ından (sağda) 64. sayfa, Bedüzzaman’ın tarif ettiği usulle yazılmıştır.

Tevafuklu Kur’an’ın yazılış süreci
Kur’an’daki tevafuk mucizesini gösteren Mushaflar nasıl ortaya çıkmıştır?
“Bu işin ilk başlangıcı Kur’an’daki “ayet ber kenar” denen sayfa düzeninin keşfedilmesiyle olmuştur. Şu an bütün İslam dünyasında kabul görmüş olan bu sayfa düzeni, yani her sayfanın günümüzdeki en-boy orantısı ve on beş satır ve altı yüz dört sayfa olan bu günkü tertibini ilk kez uygulayan Osmanlı son dönem meşhur hattatlarından Kayışzâde Hâfız Osman Efendi’dir (ö. 1895).
Bu zat Kur’an’ın sayfa ölçüsünü yine Kur’an’dan alarak bir mushaf yazmış ve bununla Kur’an’ın gözlere hitap eden bir mucizesine kapı açmıştır. O da Kur’an’ın her sayfasının ayetle başlayıp ayetle bitmesidir. İşte bu özelliğe ayet ber kenar özelliği denilmektedir. O güne kadar yazılan Mushaflarda böyle bir özellik yoktu.
Hafız Osman Efendi’nin Kur’an’dan aldığı ölçü şu idi: Sayfa boyu ölçüsü olarak en uzun ayet olan ve tam bir sayfa süren 47. sayfadaki Müdayene ayetini esas almış; sayfa eni ölçüsü olarak da İhlas ve Kevser surelerini esas yapmıştır. Bu ölçüyle tüm Kur’an’ı yazdığında her bir sayfanın ayetle başlayıp ayetle bittiğini görmüştür. Üstad Bediüzzaman’ın “İlhamı ilâhî olduğunu ve ayet ve sureden alındığı için Kur’an’ın kendi ölçüsü” (Bkz. 19 ve 29. Mektub) olduğunu beyan ettiği bu tertip, âlem-i İslam’da büyük bir rağbete mazhar olmuş ve her tarafta Mushaflar ekseriyetle bu ölçü esas alınarak yazılır olmuştur.
Yaklaşık bin üç yüz sene evvel nâzil olan Kur’an’da bulunan bir güzelliğin bu kadar asır geçtikten sonra ortaya çıkması onun bir insanın suni çabalarının mahsulü olmadığına, bilakis Allah’ın ilhamıyla yazdırılarak Kur’an’ın Levhi Mahfuz’daki hakiki sayfa düzeninin ihsan edildiğine delildir. Çünkü hem ayetlerin nüzul sıraları farklıdır. Hem de uzunlukları farklı farklıdır. Her sayfa sonunun ayet bitişine denk gelmesi ne tesadüfle, ne de insan iradesi ile olabilecek bir durum değildir.” [2]
Genişlik ölçüsü En kısa bölüm İhlas | Yükseklik ölçüsü En uzun ayet 282Bakara ayetinin |
“Bu işin ikinci safhası ise yaklaşık yarım asır sonra (1930’ların ortalarına doğru) asrın müceddidi Üstad Bediüzzaman hz. nin Hafız Osman hattıyla yazılmış olan kendi Kur’an’ın’da Allah lafızlarının kısmen tevafuk ettiğini fark etmesi üzerine başlamıştır. Bunun üzerine bütün sayfaları ve o sayfalarda geçen Allah lafızlarını inceleyen Hz. Üstad, mühim bir kısmının tevafuk ettiğini, bir kısmında da tevafuk matlup olduğu halde kaymalar bulunduğunu görür. Bunun üzerine Kur’an’da Allah lafızlarının dizilişinde var olduğu anlaşılan bu tevafuk mucizesini gözlere gösterecek bir biçimde yeni bir Kur’an yazdırmaya karar verir.” [2]
“Bunun üzerine talebelerinden on tanesine üçer cüz dağıtarak, Kur’an’da çok nadir müstesnalar hariç Allah lafızlarının hemen hemen tamamının tevafukta olduğunu gösterecek bir Kur’an’ı yazmak için çalışmalarını ve özellikle iradelerini karıştırmamalarını emretmiştir. Kısa bir zaman sonra, kendisini Risale-i Nur’un Kahramanı olarak isimlendirdiği ve en çok değer verdiği bir talebesi olan Ahmed Hüsrev Efendi’nin yazdığı cüzlerde tevafuk en çok görünmüştür. Bu tevafukların açıkça görünmesi için kırmızı yazılmasını emretmiştir. Bediüzzaman Hazretleri, Hüsrev Efendi’nin muvaffakiyetini “Tevafuk Hüsrev’in tarzındadır.” (Barla Lahikası) diyerek ilan etmiştir.” [1]
“Üstad, bu tevafukların açıkça görünmesi için kırmızı yazılmasını da emretmişti. Bediüzzaman Hz. Hüsrev Efendi’nin muvaffakiyetini, “Kur’anın gözle görülen bir nevi lem’a-i i’caziyeyi, beş-altı mushafta işaretler yaptım, hatt-ı arabî-i Kur’anîleri mükemmel olan kardeşlerime taksim ettim. Bunların içinde hatt-ı arabî-i Kur’an’da Hüsrev onlara yetişemediği halde, birden umum o kâtiblere ve hatt-ı arabî muallime tefevvuk eyledi. Ve hatt-ı arabîde, en mümtaz kardeşlerimizden on derece geçti. Umumen onlar tasdik edip: “Evet bizden geçti, biz ona yetişemiyoruz” dediler.” (Kastamonu Lahikası) diyerek ilan eder.
Artık bundan sonra Hüsrev Efendi yine Üstad’ın ifadesiyle Mucizeli Kur’an’ın kâtibi olmuştu ve en kısa sürede bütün cüzleri tamamlayarak Üstadına takdim etti. Üstad Hz. Hüsrev Efendi’ye yazdığı bir mektubunda, “Senin yazdığın mu’cizeli iki Kur’an-ı Azîmüşşan’ın bu havalide hususan Ramazan-ı Şerif’te sana kazandırdıkları sevabları ve tahsin ve tebriklerini, inşâallah yakında tab’a girmesiyle (basılmasıyla), âlem-i İslâm’dan senin ruhuna yağacak rahmet dualarını düşün, Allah’a şükreyle.” (Kastamonu Lahikası) diyerek kendisini tebrik ediyor ve kazanacağı büyük sevaplarla müjdeliyordu. ” [2]
Hüsrev Efendi’nin Kısaca Hayatı
“Isparta’da doğdu. Babası Mehmed Efendi, annesi Ayşe Hanım’dır. Osmanlı devri Isparta valilerinden Hacı Edhemoğlu Ali Ağa’nın torunudur. Yeşilsarıklılar diye bilinen baba tarafından soyunun Hz. Ebû Bekir’e, Hâfızıkurrâlar olarak bilinen anne tarafından ise Hz. Hüseyin’e ulaştığı kaydedilir (Bediüzzaman Said Nursî, I, 405)” [3]
“1971’de Bediuzzaman’ın en yakın talebeleriyle birlikte girdiği Eskişehir hapishanesinde üç yıl kaldı. 1974’te hapisten çıkınca tevâfuklu mushafın basımı için Hayrat Vakfı’nı kurdu. Üç yıl bu vakfın çatısı altında hizmetlerini sürdürdükten sonra 20 Ağustos 1977’de İstanbul’da vefat etti ve Isparta’da Doğancı Mezarlığı’na defnedildi. Hüsrev Efendi’nin dokuz defa yazdığı tevâfuklu mushaf Hayrat Vakfı tarafından 1984 yılından itibaren İstanbul’da neşredilmiş, bir süre sonra Risâle-i Nûr’un Arap ve Latin harfleriyle nüshaları, ardından da başta Arapça olmak üzere diğer dillere yapılan tercümeleri basılmıştır. ” [3]
Bediüzzaman Said Nursi Kimdir?
Bediüzzaman Said Nursi, 1877 yılında Bitlis ilinin Hizan İlçesinin, Nurs köyünde doğdu. Ve 1960 yılında Urfa şehrinde vefat etti.
Gençlik dönemindeki sadece 3 ay içinde, normalde o dönemin sıradan bir öğrencisinin tamamlaması uzun yıllar süren tüm kitapları incelemeyi ve bitirmeyi başardı.
Matematik, jeoloji, fizik, kimya, astronomi, tarih, coğrafya, felsefe gibi pozitif bilimleri en kısa sürede kendi başına okudu.
Katıldığı tüm bilimsel tartışmalarda, sorgulama, akıl yürütme ve bilgelikteki yüksek yetenekleri sayesinde kabul edildi. Alimlerin her incelemesinde öne çıktı.
Sorulara cevap vermedeki çabukluğu, bilginlerin bilgisinin vehbi (tanrı vergisi) olduğunu düşünmelerine neden oldu.
Derin bilgisinin yanı sıra peygamber sünnetine, takvaya ve takvaya uygun bir hayat sürdü ve hiçbir şey onu inandığı gibi yaşamaktan alıkoyamazdı. Tarihteki peygamberlerin hayatlarını modelleyen o büyük imamlar gibi, o da bilgisinin gerektirdiği olgunluğu gösterdi.
Osmanlı Devleti’nin çöküşü sürecinde 1908-1922 yılları arasında on yıl İstanbul’da kalarak Osmanlı ve İslam dünyasının içine düştüğü sorunları teşhis etme fırsatı bulmuş ve çözüm önerileri sunmuştur. Özellikle 1911 yılında Emevi Camii’nde ilan ettiği Şam Vaazı (Hutbe-i Şamiye) mükemmel bir teşhis ve reçeteydi ve onun yeni yüzyılın müceddidi olduğunu gösteriyordu.
Bediüzzaman Said Nursi, bu sorunların kök kaynağının “inanç hastalığı” olduğunu teşhis etti. Böylece bütün hayatını inancın gösterilmesine ve inançsızlıktan (yani imansızlıktan veya iman azlığından) kaynaklanan hastalıkların tedavisine adamıştır. Isparta’nın Barla köyünde sürgüne gönderildiği 1926 yılından başlayarak, 26 yıl içinde Kur’an’ın kendisinden esinlenerek yüz otuz risaleden oluşan anlamsal bir Kur’an tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatını yazdı.
Bediüzzaman’ın hayatını konu alan Hür Adam adlı filmi aşağıdan izleyebilirsiniz.
Tevafuklu Kuran – Mucizevi Kur’an
Hayatındaki temel amacı Kur’an-ı Kerim’e hizmet etmek olan Üstad Bediüzzaman Said Nursi, materyalizm düşüncesinden dolayı gözleriyle görmedikçe inanmayanlara ve her şeyden şüphe duyanlara bile Kur’an’ın mucizeviliğini sadece anlamı ile değil, yazısıyla da göstermek istemiştir.
Bu amacı gerçekleştirmek için öğrencilerinden Kur’an’ı, yazısının bile mucizevi güzelliğini gözlere göstereceği şekilde yazmalarını istedi. Bu amacı gerçekleştirmek için aynı zamanda öğrencisi olan zamanın on seçkin âlimini tayin etti ve onlara Tevafükat’ı yazmaları ve tevafûneti nazil etmeleri için Kur’an-ı Kerim’den üç bölüm (cuz’) verdi.
Bediüzzaman Said Nursi, Hattat Hafız Osman’ın Kur’an-ı Kerim’inin bir önceki ünlü nüshasını, her sayfasında bir ayetle başlayıp ayetin sonuyla biten on beş satırdan oluşan bir başetap olarak almalarını istedi. Onlardan, Allah’ın rızasını kazanmak için kendi isteklerinin müdahalesi olmadan ve saf bir samimiyet haliyle yazmaları istendi. Dedi ki: “Bunu yaparken kendi iradeni kullanmaya cesaret etme. Kur’an-ı Kerim’de zaten görünenleri yok etmeyin!”
En yakın öğrenciyle birlikte, Ahmed Hüsrev Efendi, Hafız Ali, Hoca Halid, Muallim Ghalib, Hoca Sabri, Hafız Zuhdu, Tiğli Hakkı, Şamlı Hafız Tevfik, çoğu ya hafız ya da alim ya da Arapça hat öğretmeniydi,
Kur’an-ı Kerim’i Tevafuk şeklinde yazma hizmetine aday olanlardı. Bitirdikten sonra, hepsi kağıtları Ustad’larına teslim ettiler.
Nüshalara iyice bakınca Bediüzzaman şu sonuca varmıştır:
“Tevâfuk, Husrev’in tarzındadır. Onun için Husrev’in bir mahareti varsa tevâfuku bozmamış. Tavsiye etmiştim ki, kimse maharetini karıştırmasın. Demek en büyük maharet odur ki, tevâfuku bozmasın, çünki tevâfuk var.” (Barla Lahikası, 31)
“Bu zat hafız olmadığı hâlde yazdığı iki mükemmel Kur’ân ile ve üçüncüsünü gözle görünür bir nev’-i i’câz-ı Kur’ân’ı gösterir bir tarzda, üç Kur’ân yazmış… Hem Kur’ân’ın gözle görünen bir nev’-i lem’a-i i’câziyesine beş altı mushafta işaretler yaptım. Hatt-ı Arabî-i Kur’ânî’leri mükemmel olan kardaşlarıma taksîm ettim.
Bunların içinde hatt-ı Arabî-i Kur’ân’da Husrev onlara yetişemediği hâlde, birden umum o katiplere ve hatt-ı Arabî muallimine tefevvuk eyledi. Ve hatt-ı Arabî’de en mümtaz kardaşlarımızdan on derece geçti. Umûmen onlar tasdîk edip:
Evet bizden geçti, biz ona yetişemiyoruz, dediler. Demek Husrev’in kalemi, Kur’ân-ı Mu’ciz’ü’l-Beyân’ın ve Risale-i Nûr-
‘un mu’cizevâri kerâmetleri ve harikâlarıdır.”(Kastamonu Lâhikası, s. 109)
“Ahmed Husrev Efendi, tevâfuku tam göstermek gayesi ile, Bedîüzzaman Hazretleri’nin sağlıklarında altı nüsha Kur’ân-ı Kerîm yazar. Onun vefatından sonra ise bu rakam; son yazdığı Kur’ân-ı Kerîm’le dokuz nüshaya baliğ olmuştur. Bugün piyasada görülen bütün tevafuklu Kur’ân nüshalarının tevâfuk düzeni, Husrev Efendi’nin yanlış anlamalara ve şahsî menfaatlere
alet olunacağı endişesi ile asla rıza göstermemesine rağmen, yazdığı üçüncü Kur’ân’ın birer kopyalarıdır.” ref
Tevâfuk niçin daha önceki asırlarda ortaya çıkmadı?
“Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamber (asm)’a âyet âyet vahyen bildirilmiş, O da bu âyetleri bir taraftan ezberleyip ezberletmiş, diğer taraftan da üzerine yazı yazılabilecek deri kemik parçaları gibi muhtelif eşya üzerine yazdırmıştır. İlk yıllarda müptedî olan Kur’ân hattı zaman içerisinde tekâmül edip olgunlaşmıştır. Tevâfuk ise bu tekâmül zincirinin en son halkasıdır. Önceleri harekeler, secâvend tabir edilen durak işaretleri ve hatta harflerin noktaları bile yok iken, hem sahife ve satır için muayyen bir ölçü bulunmazken günümüzde Kur’ân hattında her cihetten harika bir tertip göze çarpmaktadır.” [13]
Tevafukla İlgili Videolar

Tevafuklu Kuranı Kerim Belgeseli
Arapça tevafuklu Kur’an oku
Aşağıdan Cüzleri seçerek Arapça tevafuklu Kur’an okuyunuz;
Kaynaklar;
- http://hayratnesriyat.com/index.php/tevafuk-mucizesi/
- https://kuran.hayrat.com.tr/icerik/tevafuklu-kuran-i-kerim.aspx
- https://islamansiklopedisi.org.tr/altinbasak-ahmet-husrev
- http://www.kuranvetevafuk.com/
- http://www.hayratnesriyat.co/en/bilgi/
- http://www.thepenmagazine.net/husrev-efendi-in-said-nursis-perspective/
- https://atif.sobiad.com/index.jsp?modul=makale-detay&Alan=sosyal&Id=AWV_xeJdHDbCZb_mQphL
- https://www.facebook.com/QuranInTawafuq/posts/the-story-of-quran-in-tawafuq/380409022049517/
- https://www.hizmetvakfi.org/a3ler/tevafuk-eng.pdf
- https://www.risaleenglish.com/panel/uploads/galleries_v/files/risale-pdfleri/tawafuq-article.pdf
- Bediüzzaman Said Nursi, Rumuzat-ı Semaniye, 29. Mektup, 3. bölüm,
- https://www.youtube.com/watch?v=CWlQSgdLBwc
- http://kuranharfleri.com